25 Haziran 2017

Umberto Eco - Günlük Yaşamdan Sanata


-Çöken ROMA İmparatorluğu'nun nedenleri, Helenizm ve Tanrı Mitra inancına kapısını açması, Hıristiyanlığın gelişmesi, yeni kabilelerin göçlerinin kabulü ve vatandaşlaştırılmasıdır. Asiller pagan tanrılarına, askerler Tanrı Mitra'ya, köleler ise Hıristiyanlığa inanmakta; Klasik Romalı ve onun pagan inanışları ortadan kalmaktaydı. Bugün BATI'DA ROMA'NIN YIKILMASINDAN ÖNCEKİ HALE BENZER DURUMLAR MEVCUTTUR: Klasik Batılı liberal/ entelektüel yok olmakta, Rönesans'ın öncüsü püriten protestan artık eş değiştirmekte ve aileyi yok etmekte, teknoloji kurum ve kavramları yıkmakta ve toplumsal yapı odakları kaybolmaktadır.
-Kapitalist sistem için alternatifler üretebilecek üniversiteler zayıflatılmakta; AŞIRI KALABALIK, AŞIRI BAĞLANTILILIK ve AŞIRI ETKİNLİK TALEBİ, sistemin ÇÖKÜŞÜNÜ yaklaştırmaktadır.
-"Kavramsal-Sosyal kuramcılar" ile "elektrotekniğin global köy tezcileri" arasındaki karşıtlık artmaktadır.
-SANAT ile ZENAAT arasındaki ayrımın silindiği, sanatsal ESER ile üretilen NESNE farkının gözetilmediği ORTAÇAĞA YAKIN bir pozisyondayız. Ortaçağ sanatında da olmayan SİSTEMATİKLİK, bugünün sanatında da ÜST ÜSTE YIĞMA, YAN YANA KOYMA şeklinde kendini göstermektedir:
-Başkan JOHNSON'un KENDİSİ İÇİN yaptırdığı ANIT-KABİR, Amerikan beğenisinin ve günün anlayışının en iyi belgelerindendir.
-ABD'de hayat, OYUN/YANILSAMA, MÜZE/TEŞHİR BARAKASI ve GERÇEK/TAKLİT geçişkenliklerinde yaşar ve herşey EN İYİSİ ve DAHA FAZLASI (non plus ultra; more to come; more and more) üzerine kuruludur.
-ABD'de Manhattan'ın Kızılderililerce Flemenklere satış sözleşmesinin ORİJİNAL metni diye İngilizce sözleşme (Flemenkçe değil) müzede sergilenmekte ve bunun da kopyaları (?) çıkışta herkese satılmaktadır.

-ABD müzelerinde GERÇEK/SANAL ve DÜN/BUGÜN fark etmeksizin, Mozart ile Tom Sawyer, Beethoven ile Alice yan yana sergilenmektedir. Hatta Michelangelo'nun Davud heykelinin siyah saçlı hali ve Louvre Müzesi'nin kolsuz Milo Venüsü'nün kollu şekli bile mevcuttur.

-Roma, Helen kültürünü yıkmak için elinden geleni yaptıktan sonra, bilinç ötesindeki vicdan azabının etkisiyle, o kültürün TAKLİTLERİNİ üretip her yerde sergileyen bir KÖPEKBALIĞI'dır. ABD bugün aynı şeyi Avrupa için yapmaktadır.

-DİSNEYLAND, ABD'nin SİSTİNE ŞAPELİ'dir; TAKLİDİN, TÜKETİMİN, YOZLAŞMIŞ ÜTOPYANIN (distopya), SALDIRGANLIĞIN ve EDİLGİNLİĞİN mabedidir.

-OSCAR ve NOBEL talihsizliktir; klişe yaratırlar.

-ABD, "İYİ-SANAT-TARİH-MASAL" dörtlüsünün ete kemiğe bürünemediği için PLASTİĞE dönüşüp İKONLAŞTIĞI bir ülkedir.

-İKTİDAR, MİKROİKTİDARLARLA yaşar ve TAMİRLERİNİ gerçekleştirir. Bu mikroiktidarlar sürdükçe, gerçekleştirilecek saldırı onu yıkmaz, aksine güçlendirir ve sürdürücüsü haline gelir.

-Bir tişörtü tasarlayan, pazarlayan, reklamını yapan, alıp-giyen; hep birlikte İDEOLOJİYİ yaymakta ve KİTLE KÜLTÜRÜNÜ oluşturmaktadır.

-Günümüzde, öncelikle dinlemek-izlemek amacıyla değil, "TOPLUCA BİR AYİNE, RİTÜELE İŞTİRAK ETMEK" için GÖSTERİLERE katılınmaktadır.

-Değişmezlikle hayatı izah etmeye çalışan ZENON ile herşeyin değiştiğinin ve hareketin savunucusu HERAKLİTOS arasındaki zıtlık bilinir. Halk isyanı sırasında Zenon'un katılmakla kalmayıp isimleri ispiyonlamamak için dilini ısırarak koparması ile Heraklitos'un halkı küçümseyerek eylemlilikten uzak kalması, HAYATIN İRONİSİ'dir.
 
 
 

Çocuk oyun oynayarak dünyayı tanır, çünkü oyun sırasında taklidini yaptığı şeyi ileride gerçekten yapmak durumunda kalacaktır. İyi bir Ortaçağ yapmak için ne gerekir? Her şeyden önce, çözülmeye yüz tutmuş büyük bir barış ortamı, dünyayı dil, gelenekler, ideolojiler, dinler, sanat ve teknoloji alanlarında bir çatı altında toplayan ve belli bir nok­ tadan sonra idare edilemeyecek kadar karmaşık yapısı nedeniyle çöken uluslararası bir güç. Bu güç çöker, çünkü “barbarlar” sınırlara dayanmışlardır. Söz konusu toplu­ lukların ille de kültürsüz oldukları söylenemez, ancak yeni gelenekler ve yeni bakış açıları getirmektedirler. Bu barbarlar, kendilerinden esirgenen zenginliği ele geçir­mek istediklerinden, ya zor kullanarak içeri girecekler, ya da yeni inançlar ve yeni dünya görüşleri yayarak hüküm süren Pax ın sosyal ve kültürel dokusuna sızacaklardır. Çöküşünün başlangıcında Roma İmparatorluğu’nu teh­dit eden, Hıristiyan etik değildir; böyle bir tehdit, impa­ratorluğun hiçbir ayrım gözetmeksizin Helenistik kültü­rü, Doğu’nun Mitra ya da Astarte kültlerini kabul etmesi ve büyüye, yeni cinsel anlayışlara, çeşitli kurtuluş, umut tasarımlarına kapılarını açmasıyla kendiliğinden oluş­muştur. Roma İmpantor'uğu yeni ırksal unsurları kabul etmiş, koşulların zorlamasıyla çok katı sınıf ayrımlarını ortadan kaldırmış, yurttaş olanlarla olmayanlar arasında­ki, soylularla avam arasındaki farkı azaltmıştır. Zenginli­ğin paylaşımı konusunda belli sınıflara tanınan ayrıcalığı korumuşsa da, toplumsal roller arasındaki farkları yumu­şatmıştır, başka türlü davranması da zaten mümkün de­ğildir. Roma İmparatorluğu Roma kültürünü hızla ege­men kültür konumuna getirmiş, iki yüz yıl önce aşağı ırklar olarak değerlendirilecek ırklardan kişilere yönetici­lik görevi vermiş, birçok dinsel dogmayı ortadan kaldır­ mıştır. Aynı dönemde, yönetici sınıf klasik tanrılara, as­ kerler Mitra’ya, köleler İsa’ya tapabilmektedirler. İmpara­ torluk sezgisel olarak, sistem açısından uzun vadede teh­likeli olabileceğini gördüğü inançları kovuşturmaktadır, ancak genel olarak sisteme egemen olan hoşgörü her şe­yin kabul edilmesine olanak tanımaktadır. Gerçi Büyük Barış’ın (askerî, sivil, toplumsal ve kültürel Pax Romana’mn] çöküşü bir ekonomik kriz ve ikti­ dar boşluğu döneminin başlamasına yol açmıştır, ama “karanlık Ortaçağ”ın bu kadar “karanlık” görülmesinin tek nedeni, ruhban sınıfına karşı gösterilen haklı tepkidir. As­lında, bin yılından önceki erken Ortaçağ da [belki bin yı­lından sonraki dönemden daha çok), inanılmaz canlılıkta entelektüel etkinliklerin yaşandığı; barbar uygarlıklar, Roma kültürünün mirasçıları ve Hıristiyan-Doğulu kül­ türlerin biçim verdiği gruplar arasında hararetli diyalogla­rın sürdüğü; yolculukların ve buluşmaların gerçekleştiği; insanlara yeni düşünceler yayan, onları değişik eserleri okumaya teşvik eden, akıl almaz şeyler icat eden İrlandalı keşişlerin Avrupa’yı bir uçtan bir uca kat ettiği bir dö­ nem olmuştur...Kısacası, modem Batı insanı bu süreç içinde gelişmiştir, bu açıdan bir Ortaçağ modeli günümüz­ de neler olduğunu anlamamıza katkıda bulunabilir: Bü­ yük Barış döneminin çöküntüye uğramasıyla bir bunalım ve güvensizlik ortamı oluşur, farklı uygarlıklar birbirleriyle çatışırlar ve yavaş yavaş yeni bir insan imgesi ortaya çı­kar. Bu imge ancak daha sonra belirginlik kazanacaktır, ancak temel öğeler çoktan hazırdır ve dramatik bir kazan­ da için için kaynamaktadır. Pythagoras’ı insanlara tanıtan ve Aristoteles’i yeniden gündeme getiren Boethius, geç­mişin kültür mirasını körü körüne yinelememekte, kültür yapmanın yeni bir biçimini keşfetmektedir ve son Roma­lı rolünü oynarken, aslında barbarlar sarayındaki ilk ince­leme merkezini kurmaktadır. 
 
*
Kentin varoşlarındaki müstakil evinde oturan dik, kısa saçlı şirket çalışanı Eski Romalıların mirasçısı kimliğinde, ancak çocuğu örülü saçlarıyla Meksika pançosu giyiyor, Asya kökenli sitarı çalıyor, Budist metinleri ya da Leninist el kitapları okuyor ve çoğunlukla (tıpkı Roma İmparatorluğu’nun çöküş döneminde olduğu gibi) Hesse’yi, yıldız falını, simyayı, Mao düşüncesini, marihuanayı ve şehir gerillası tekniklerini birbiriyle bağdaştırabiliyor. Bu konuda bir fikir edinmek için Jerry Rubin’in Do it’ini okumak ya da iki yıl önce New York’ta Marx, Küba ekonomisi ve astroloji üzerine kurslar düzenleyen ‘Alternate University’nin programlarını düşünmek yeterli olacaktır. Öte yandan, Romalı geleneğin temsilcisi olarak tanımladığımız kişi de, canı sıkıldığında, eş değiştirme oyununa katılarak püriten aile modelini temelinden sarsıyor. 
 
*
Günün birinde Amerika Birleşik Devletleri’nde kara­ yolu trafiğindeki bir tıkanıklık ile demiryolu trafiğindeki bir aksaklığın aynı zamana denk gelmesi, büyük bir hava­ alanına vardiyayı devralmaya giden personelin işyerine ulaşmasını engelleyecektir. Bir sonraki vardiya personeli­nin gelmemesi nedeniyle işe devam etmek durumunda kalan kontrol kulesi memurları yorgunluğun verdiği stres­le, iki jet uçağının bir yüksek gerilim hattı üzerine düşecek biçimde çarpışmasına yol açarlar; bu hattaki elektrik yü­künün zaten aşırı yüklü olan öteki elektrik hatlarına sıçra­ması, New York’u birkaç yıl önce de yaşamış olduğu bir blackout 1 ile karşı karşıya bırakır. Bu İkincisinin farkı, ilkine oranla daha etkili, daha uzun süreli bir kesinti olmasıdır. Kar yağdığı, yollar yer yer trafiğe kapandığı için arabalar sonu gelmeyen kuyruklar oluştururlar; insanlar ısınmak için işyerlerinde ateş yakmaya başlarlar, itfaiyecilerin yeti­şip başa çıkamadığı yangınlar patlak verir. Birbirlerine te­lefon aracılığıyla ulaşmaya çalışan, dış dünya ile ilişkileri kesilmiş elli milyon insanın aynı anda telefonu kullanma­sıyla telefon hatları çöker. İnsanlar karla kaplı yollarda iler­lemeye çalışırlar, yol boyunca ölüp kalanlar olur. Her tür ihtiyaç malzemesinden yoksun kalarak yol­lara dökülmüş bulunan insanlar meskenlere, yiyecek maddelerine el koymaya çalışırlar, Amerika’da serbestçe satılan milyonlarca ateşli silah kullanılmaya başlanır, si­lahlı kuvvetler iktidarı tamamıyla ele geçirir, ama o da her yanı saran çöküşün kurbanı olur. Süpermarketler yağmalanır, evlerde yakacak mum kalmaz, soğuktan, aç­lıktan, hastanelerdeki yiyecek kıtlığından ölenlerin sayısı giderek artar. Birkaç hafta sonra bin bir güçlükle normal yaşam yeniden tesis edildiğinde, şehirleri ve kırsal kesimi kaplayan milyonlarca ceset salgın hastalıklar yaymaya başlayacak, bu da XIV. yüzyılda Avrupa nüfusunun üçte ikisini yok eden kara vebaya eş büyük bir yıkıma yol aça­caktır. Salgın hastalıklardan kurtulma çabası toplumsal bir psikoza dönüşecek, ilkinden çok daha acımasız bir Mc Carthy’cilik hüküm sürecektir. Bunalıma sürüklenen siyasal yaşam, merkezî iktidardan bağımsız ve özerk, kendi paralı askerleri ile özerk yargı organları bulunan bir dizi alt yönetim birimine bölünecektir. Bunalım yay­gınlık kazanırken, bu bunalımı daha kolay aşmayı başa­ranlar, zaten yetersiz yaşam koşullarında yaşamaya, ek­mek parası uğruna mücadele vermeye alışmış olan azge­lişmiş yörelerin insanları olacaktır. Geniş göç hareketleri belirecek, bu göçler ırklar arası birleşme ve kaynaşmala­rın gerçekleşmesine, yeni ideolojilerin ülkeye girmesine ve yaygınlık kazanmasına yol açacaktır. Yasalar etkisini yitirdiği, kadastrolar ortadan kalktığı için, mülkiyet yal­nızca "Kim nereye yerleşmişse, orası onundur” ilkesine dayanacaktır; öte yandan, hızlı çöküş şehirleri oturulabi­lir evlerden değil, eline geçirenin yerleştiği bir dizi hara­beden oluşan yerler durumuna indirgerken, küçük yerel otoriteler, çitler ve küçük kaleler kurmak yoluyla belli bir iktidarı ellerinde tutabileceklerdir. Bu noktada bütü­nüyle feodal yapının içine girilmiş bulunulacaktır, yerel iktidarlar arasındaki ittifaklar yasaya değil, karşılıklı ta­vizlere dayanacak, bireysel ilişkiler saldırganlığı ya da dostluğun, çıkar ortaklığının getirdiği ittifakları temel alarak kurulacak, gezginlere gösterilen konukseverlikle ilgili belli başlı görenekler yeniden canlanacaktır. Bu durum karşısında, diyor Vacca, yapılacak tek şey, tam bir çöküşün yaşandığı bir ortamda, bugünden başla­ yarak, yeni bir Rönesans'ın gerçekleşmesi için gerekli bilimsel ve teknik bilgileri koruma ve gelecek kuşaklara aktarma çalışmalarına yönelecek, Ortaçağ’dakine benzer bir manastır örgütlenmesini planlamaktır. Bu bilgilerin nasıl derlenip toparlanacağı, aktarma süreci içinde yitime, değişime uğramalarının ya da bazı gruplarca özel amaçlar doğrultusunda kullanılmalarının nasıl önlenece­ği ve benzeri sorunlar Medio Evo Prossimo Venturo’nun oldukça tartışma götürür son bölümlerini oluşturur. An­cak üzerinde durulması gereken nokta, başta da belirtil­diği gibi, bu değildir. Önemli olan, Vacca’nın sunduğu bu tablonun gerçekleşmesi olası bir senaryo mu, yoksa şimdiden var olan bir durumun vurgulanarak ortaya konduğu bir betimlememi olduğunu saptamak; daha sonra da, Rönesans’ın büyüsüne kapılarak yazılmış bazı kültür kitaplarının Ortaçağ kavramına getirdiği olumsuz havadan kurtulmaktır. Öyleyse, önce Ortaçağ’dan ne an­laşılması gerektiğini belirlemeye çalışalım.

UMBERTO ECO GÜNLÜK YAŞAMDAN SANATA

 
 

Edip Cansever - Umuş

Bütün iyi kitapların sonunda
Bütün gündüzlerin, bütün gecelerin sonunda
Meltemi senden esen
Soluğu sende olan
Yeni bir başlangıç vardır

Parmağını sürsen elmaya, rengini anlarsın
Gözünle görsen elmayı, sesini duyarsın
Onu işitsen, yuvarlağı sende kalır
Her başlangıçta yeni bir anlam vardır.

Nedensiz bir çocuk ağlaması bile
Çok sonraki bir gülüşün başlangıcıdır.