06 Şubat 2017

Tuğrul Asi Balkar

İşte sessizlik sesimizle buluşuyor

Farkında olmasak da.
O şarkılar üzünç iklimi,
Harfler, harfler, harfler,
Harflerin yarattığı bir mutluluk bu..

İşte sessizlik sesimizle çarpışıyor,
Tam karşında tutkunluk,
Tam karşımda bir gül,
Tam karşında özlem,
Tam karşımda vurgunluğum,
Tam karşında süvarin,
Tam karşımda sevinç,
Karşı karşıya aşk..

Sözcüklerin taşıdığı duygular,
Değiştiriyor insanı ne yapsan.
Gözlerin görmeye başlıyor,
Kulaklarım işitmeye,
Yüreklerimiz çarpmaya, coşkulu,
Yorgunluk, unutkanlığa yazdırıyor kendini.

Ben kılıncımı bıraktım,
Sen kalkanını,
Pusatsız kaldık işte..

Aşk, aşk, aşk
Yengisi gövdesine saklı,
Yenilgisi de...

Vazgeçmeler Ustası
 
Dünya kirletilmişse,
Üstünüze sıçramış
Bir şey vardır mutlaka.
Benimki aşktan bir leke,
Kazındıkça kendini temize çeken
Gizlice. Sürtündükçe kıvılcımlar saçan
Çakaralmaz renk cümbüşü işte.
Ya sizinki?

Ben vazgeçmeler ustasıyım.
Reddedemem önerinizi,
Paylaşalım elbette:
Lekeniz sizde kalsın,
Ben aşk'ı alırım sadece.

Dünya kirletilmişse,
Üstünüze sıçramış
Bir şey vardır mutlaka.
Benimki iki soluk arasında
Gelip geçen zaman.
Hangisi ölüm hangisi yaşam?
Ya sizinki?

Ben vazgeçmeler ustasıyım.
Yaşadığınız bir ömür değil mi?
Seçimi siz  yapsanız, istediğiniz sahneyi seçseniz:
İster ilkincisi olsun ister sonuncusu fark etmez ki,
- Başarımızı arttıracaktır provalardaki performansınız -
Artanıyla yetinirim zaten ben, ilk gösteri için
siz önden buyrunuz  lütfen!

Dünya kirletilmişse,
Üstünüze sıçramış
Bir şey vardır mutlaka.
Benimki korkusuz ve kuşkusuz bir aşk,
Başdöndürücü  ve anısız,
Fısıldaşmaları dalgınlıklara takılı.
Ya sizinki?

Hala anlamadınız mı?
Demiştim:
Ben vazgeçmeler ustasıyım.
Aşk'ı bana terk etmiştiniz zaten,
Üstü...kalabilir sizde...

Edip Cansever - PATHETIQUE

Sıcak sıcak sıcak sıcak
Oturmuşum otların üzerine
Eski bir tiyatronun ortasındayım
Saydam bir sarkaç gibi sallanıyorum durduğum yerde
Buhardan ve güneş kokularından.

Uzanıyorum toprağa yüzükoyun
Papatyalar sırtlarını dönmüş çançiçeklerine
Ne bir kımıltı var, ne bir ses
Ne de bir düşünce, bir anımsama işte
Diyorum, yaşamıma dadanan bir an bu
Sophokles Aiskhylos’a dargın belki de.


Michael Ende - Momo

Zaman, yaşamın kendisidir. Ve yaşamın yeri yürektir.

Momo, büyük bir kentin tiyatro harabelerinde yaşayan küçük bir kızdır. Buldukları ya da kendisine hediye edilenler dışında hiçbir şeyi yoktur. Ancak olağanüstü bir yeteneği vardır: Momo, muhteşem bir dinleyicidir ve bunun için oldukça bol zamanı vardır. Bir gün hayaletimsi topluluk "duman adamlar" ortaya çıkar. İnce hesaplı planlar kurup insanların zamanını çalarlar. Onları durduracak tek kişiyse Momo'dur.

Momo elinde bir çiçek, koltuğunun altında bir kaplumbağa ve gizemli Hora Usta'nın da yardımıyla koskoca duman adamlar ordusunun karşısında tek başına durur. Acaba Momo, zamanı çalan adamları tek başına alt edebilecek midir?

Toplumumuz ve günümüz insanının zaman algısı ve zamanı okuması üzerine bir masal olan Momo'yla Michael Ende, Alman Gençlik Edebiyatı Ödülü'ne layık görülmüştür. Pek çok kez sinemaya uyarlanan Momo, kırktan fazla dile çevrilmiş, tüm dünyada 7 milyonun üzerinde satılmıştır.


"Michael Ende'nin romanları uzun yıllardır 'kült kitaplar' arasında."
Stuttgarter Zeitung

"Momo, hem çocuklar hem de yetişkinler için bir masal niteliğinde."
Die Welt

"Michael Ende'nin hayal gücü ve fantazyalarla dolu bu masal-romanı dünya çapında bir başarıya ulaştı ve klasikleşti."
Buch aktuell

Yaklaşık olarak 30 dile çevrilen ve dünyanın en çok okunan kitapları arasında yer alan Momo, büyük küçük herkesin okuması gereken masal niteliğinde bir eserdir. Etkileyici öyküsü ve kendine özgü üslubuyla değerini kaybetmeden günümüze ulaşan Momo kitabını henüz okumadıysanız, daha da vakit kaybetmeden, hemen satın alın. Dünyanın pek çok yerinde kütüphaneleri süsleyen Momo kitabı, yeni okurlarıyla buluşmak için sizleri bekliyor.- Bir insanın çok dostu olabilir ama insan, onların içinden bazılarını kendine daha yakın bulur ve onları daha çok sever. 

 Premium Vector | Green alarm clock

- İnsanlar kendilerini korkutan şeylere daha çabuk inanıyorlar. 

- Zaman tasarruf edeyim derken aslında başka şeylerden tasarruf ettiğinin kimse farkında değildi. Yaşamlarının gittikçe daha zavallı, daha tekdüze ve daha soğuk geçtiğini kavramak istemiyorlardı. Bu gerçeği sadece çocuklar, taa yüreklerinde hissettiler. Çünkü artık kimsenin onlara ayıracak zamanı yoktu. Oysa zaman yaşamın kendisiydi. Ve yaşamın yeri yürekti. İnsanlar zamandan tasarruf ettikçe,zaman azalıyordu. 

- Günlük yaşam içinde çok büyük bir sır vardır. Herkesin bunda bir payı bulunur ve herkes onu bilir ama pek az kimse bu konuya kafa yorar. Çoğu kimse onu olduğu gibi benimser ve ona asla şaşırmaz. Bu büyük sır zamandır. Onu ölçmek için saatler ve takvimler yapılmıştır ama bunlar hiçbir şey ifade etmez. Herkes çok iyibilir ki bazen bir saatlik süre insana ömür kadar uzun gelirken bazen de göz açıp kapayıncaya kadar geçip gider. Zamanın bu garip kısalığı uzunluğu o saat içinde yaşanan olaylara bağlıdır. 

- Bazen öyle anlar olur ki, hiçbir şeyin değeri kalmaz. Bu duyguyu herkes bilir. 

- Artık öğrendiği bir şey vardı: Başkalarıyla paylaşılmayan zenginlikler insanı mahvediyordu. 

- İnsanların zamanına hükmedenin gücü sınırsız olur. 

- An diye bir şey kalmıyor. Ya geçmiş oluyor ya da gelecek. Örneğin şimdi, bu anda ben konuşurken an geçip gidiyor. Geçmiş oluyor! Evet, şimdi anlıyorum ne demek istediğini, 'sen tam onu görüyorum derken, bakarsın ki kardeşi görünmüştür.' Artık ötekileri de iyice anladım. Üç kardeşten daima yalnızca birisinin var olmasını. Yani, ya şimdidir, ya geçmiştir ya da gelecektir. Ya da hiçbiri. Çünkü biri olmadan diğerleri de olamaz! Bütün bunlar insanın başını döndürüyor! 

- Bütün yaşam bir hikâyedir ve biz de onun içindeyiz. 

- Sana bir akıl vereyim: Kendini fazla ciddiye alma. 

-Her insanın kendisine ait belli bir zamanı vardır. Ve bu zamanda yalnızca onda kaldıkça canlıdır, yaşar. 

- Bir insanın çok dostu olabilir ama insan, onların içinden bazılarını kendine daha yakın bulur ve onları daha çok sever. 

-Bazen öyle anlar olur ki, hiçbir şeyin değeri kalmaz. Bu duyguyu herkes bilir. 

- "Zengin olmak marifet değil" derdi Momo'ya, "her isteyen zengin olabilir. Birazcık zenginlik için hayatlarını ve ruhlarını satanlara bir baksana, ne hale gelmişler! 

- İnsan ne kadar yavaş hareket ederse, o kadar hızlı ilerliyordu. Ama aksine ne kadar acele ederse, o kadar güç ilerliyordu. 

- Bu saatler sadece benim eğlencem. Bunlar her insanın göğsünde taşıdığı şeyin basit birer taklidi yalnızca. Çünkü nasıl gözleriniz görmeye, kulaklarınız duymaya yarıyorsa, insanın yüreği de zamanı algılamaya yarar. Kör bir insan için gökkuşağının renkleri ve sağır bir insan için kuş sesleri nasıl boşunaysa, bütün bir yürekle algılanmayan zaman da öyle boşa gider, kaybolur. Ama ne yazık ki, düzgün çarpmasını bildiği halde kör ve sağır olan nice yürekler vardır. 

- Her insanın kendisine ait belli bir zamanı vardır. Ve bu zamanda yalnızca onda kaldıkça canlıdır, yaşar. 

-Herkes çok iyi bilir ki, bazen bir saatlik süre insana ömür kadar uzun gelirken, bazen de göz açıp kapayıncaya kadar geçip gider. Zamanın bu garip kısalığı ve uzunluğu, o saat içinde yaşanan olaylara bağlıdır. Çünkü zaman, yaşamın kendisidir. 

-İnsanlar ölümün ne olduğunu bilselerdi ondan hiç korkmazlardı. Korkmayınca da kimse onların zamanını çalamazdı. 

-Korkmak için insanın bir nedeni olması gerekmez Momo 

 Premium Vector | Green alarm clock

Elinizdeki kitap, otuza yakın dilde, dünyanın hemen her köşesinde yayımlandı ve milyonlarca okura ulaştı. 

Bu kitapta "zaman" bilmecesinin ta kendisi söz konusu. Bu bilmece, doğal gibi görünen olaylara şaşmayı henüz unutmamış olan çocuk ve yetişkinleri aynı derecede düşündürecektir.  

Momo'nun öyküsü, yeri belli olmayan bir hayal ülkesinde ve belirsiz bir şimdiki zamanda geçmektedir. Ancak öykü, prenslerden, büyücülerden, perilerden söz etmemektedir. Simgeler tümüyle günümüz yaşamından alınmıştır. 

Momo'da insan ilişkilerinin nasıl daraldığının, insanların sevgi, dostluk ve arkadaşlık değerlerinden nasıl yoksunlaştırıldığının eleştirel bir anlatımını bulacaksınız. Yazar; sürüleştirilen, yaşamına ve zamanına el konulan insanı, bir masal akıcılığında anlatmaktadır. 

Bu bir masal mı? 

Kavram, romantiklerin anladığı biçimde alınırsa, evet. Çünkü, gerçek ve hayal, şiirsel bir biçimde iç içe geçmiştir. Ancak kitap, insanın, günümüzdeki ve gelecekteki can alıcı sorunlarını da içermektedir. Öyleyse, bu kitap daha çok bir romana mı benzemektedir? 

iyisi mi, biz, bu bir masal-romandır diyelim... 

ilk basımı 1984'te gerçekleştirilen Momo'nun ikinci basımını yoğun talep üzerine okura sunuyoruz.

Karanlıkta ışığın parlıyor.
Nereden geliyor, bilmiyorum.
   Çok yakındaymış gibi görünüyor, oysa o kadar uzak ki.
Bilmiyorum, adın ne.
Ne olursan ol;
Parla, parla küçük yıldız!

(Eski bir İrlanda çocuk şarkısından)

TIK

ende-momo

Momo ya da
zaman hırsızlarının ve
çalınmış zamanı insanlara geri getiren
çocuğun tuhaf öyküsü

Necati Cumalı - Uzak Haziran


İki dudak arası bir zaman
Gözgöze geldikse geçerken
Mayıs'la Haziran arasında
Yağmurlu bir saçak altından
Aşktı uçup giden üstümüzden
Aşktı değip geçen yanımızdan

Uyanıp kış uykularından
Şubat'la Mart arasında
Eylül'le Ekim arasında
Yaz sularından kıyıya çıkan
İki adım arası bir zaman
Gözgöze geldikse geçerken
Günlük güneşlik bir kaldırımdan
Aşktı uçup giden üstümüzden
Aşktı değip geçen yanımızdan

Aşktı görmedik bilmedikse
Kimbilir hangi Eylül bir daha
Hangi uzak Haziran 
 
 

Tuğrul Asi Balkar - Anlat Derdi Çocuk

Baba bana Balıkçı'yı anlat, derdi çocuk.
Büyüdü. Babası yine de elinden tutuyor. İçinde bir
türlü büyümeyen çocukluğunun
elinden. İçinde bir türlü dinmek bilmeyen deniz
sevgisinin elinden. Doğa sevgisinin
elinden. Tarih sevgisinin elinden. İnsanlık sevgisinin
elinden.
Şimdi, ikisi de, birbirlerinin ellerini daha bir sımsıkı
tutuyorlar, betonla çoraklaşan,
bilisizlikle boğazlanan ağaçların gözyaşlarını
yüreklerinde duyumsayarak. Daha bir
sımsıkı. Elimi tut, bırakma, demeden.

Baba bana Balıkçı'yı anlat, derdi çocuk.
Kıyıda ahşap iskelenin gıcırdayan tahtalarının üzerinde, denizi tanımaya başladığı
günleri anımsayarak. Denizi. Babasının dayısını geri vermeyen, koynuna alan gizemli
denizi. Elimi tut baba, bırakma.

Baba Bana Balıkçı'yı anlat, derdi çocuk.
Dedemle dostluğunu. İncelikli, yürekli, onurlu. Tükenmeyen, insanca.
Birlikte nasıl balığa çıktıklarını. Nasıl birlikte rakı içtiklerini. Denizi içer gibi
yudumladıklarını. Denizde buldukları bombayı. Elimi tut baba, bırakma.

Baba bana Balıkçı'yı anlat, derdi çocuk.
Kayagölgelerini, mimozaları. Saçlarına, Balıkçı'nın yetiştirdiği mimozaları takan
Bodrumlu kızları. Onbiray çiçeğini, karanfilleri, yaseminleri göz nuruyla sevgiyle
büyüten kadınları. Balıktan dönen balıkçıları. Fil kulağı süngerleri sırtlamış
süngercileri. Ötelerin Çocukları'nda sancısı tutan kadını. Hani Ötegillerin Elif'i.
Okusana yeniden, işiteyim senin Giritli göçmen dilinden. Elimden tut baba, bırakma.

Baba bana Balıkçı'yı anlat, derdi çocuk.
Mavi Sürgün'ün gözleri mavi değil de çakıra çalardı hani. Mahmut nerelerde? Aganta
Burina Burinata! Haydiyin engin denizlere! Aliş'im bekleyedursun. Kerimoğlu kıyı
boyu gelir mi, haggat tıp tıp eder mi zenginlerin üreği. Elimi tut baba, bırakma.

Baba bana Balıkçı'yı anlat, derdi çocuk.
Çocuk düşlerinde, mandalina bahçeleri arasında Çakır Ayşe. Yoksa o da mı
Bodrum'un gök rengi bulutlarından bize bakmakta. Babası sefir, amcası vezirmiş,
doğru mu baba? Deli Davut, niçin giderdi Gülen Ada'ya? Pegas, Pegasus kıpkırmızı
kahkahalarla baba. Elimi tut baba, bırakma.

Baba bana Balıkçı'yı anlat, derdi çocuk.
Kalenin içinde saraçlar, kavaflar, dükkanlar varmış eskiden. İp satıcıları. Balık ipi de
satarlar mı baba? Balıkçı'nın oturduğu apartımanın adı Merhaba imiş, gerçek mi?
Elimi tut baba, bırakma.

Baba bana Balıkçı'yı anlat, derdi çocuk.
Kıracı misgillere, bozkırı şenliğe dönüştüren kimdi? O kıyıboyu ağaçlarını, o
palmiyeleri diken kimdi? Şimdi, niçin kesiyorlar? Korkuyorum. Elimi tut baba,
bırakma.


Pisagor "Öfke çılgınlıkla başlar ve pişmanlıkla biter."

Sizden daha az mesut olan birine asla saadetinizden bahsetmeyin.

Her şeyin ölçüsü insandır.

Kendisiyle yalnız kalamayan, diğerleri ile bütünleşemez.

Çok şey bilme akıllı olmayı öğretmez.

İnsan diğer varlıkların acımasız yok edicisi olduğu sürece sağlık ya da barış nedir bilmeyecektir. İnsanlar hayvanları katlettiği sürece birbirlerini öldürecekler. Cinayet ve acı tohumları eken sevinç ve sevgi biçemez.

Çok parlak olan gençlerin pek çoğu, ne kendileri ne de yaşadıkları dünya için hiçbir şey başaramadılar. Çünkü bir şeye başlama cesaretini asla gösteremediler. Başla! Başla! Başla!

En eski ve en kısa kelimeler olan 'evet' ve 'hayır' konuşulurken en çok düşünülerek kullanılması gereken kelimelerdir.

Sebebini bilmediğin hiç bir hareketi yapma ve bilmediğini de öğren. Bu senin için yaşama sevincinin kurallarından biridir.

İnsanlar hayvanları öldürüp yedikçe, dünya üzerinden cinayet, kan dökme ve savaşlar kalkmayacaktır.

Yalnız da olsan , başkalarıyla da olsan utanılacak bir hareket yapma.

Ya susmak, ya da suskunluktan daha kıymetli bir söz söylemek gerekir.

Dostlarımla beraber olduğum zaman yalnız değilim. O dakikadan sonra da iki kişi değiliz.

Dalkavukları yanında tutmamalısın, Çünkü düşmanlardan daha tehlikelidirler.

Sana övgüler yağdırdıkları zamandan çok seni eleştirdikleri zaman sevin.

Hiç kimse kendine hakim olamadığı sürece, özgür olamaz.

Altın ateşle, kadın altınla, erkek de kadınla erir.

Süreyya Berfe - Zamanla

 
Düşününce uzaklarda olduğunu
öyle uzuyor ki zaman...
Bugün ne?
Hafta bitti bile.
Bana sorarsan daha günler var.
Ne acı
günlerle ölçülüyor ayrılıklar.

Duyunca uzaklarda olduğunu
öyle duruyor ki zaman...
Saat kaç?
Gün bitti bile.
Bana sorarsan daha saatler var.
Ne tuhaf
saatlerle ölçülüyor ayrılıklar.

Bilince uzaklarda olduğunu
öyle ağırlaşıyor ki zaman...
Güneş doğdu mu?
Sabah bitti bile.
Bana sorarsan birkaç dakika var.
Ne korkunç
dakikalarla ölçülüyor ayrılıklar.


Aslı Erdoğan - Hayatın Sessizliğinde

Madem, zamanın uç verdiği bedendim, gizlerle dolu belleğiydim suların ve karanlıkla birleşen ilk ışığın, her şeyi başlatan ezgiydim, rahimdim, sütle dolu göğüslerdim, en derin uykulardan uyanan topraktım, öyleyse neden bir türlü doğamıyorum? Madem, ben hem bütün bunlardım, hem de kendimdim, neden içimdeki hiçbir şey, acı bile bana ait değil? Bin yıllar sürmüşse oluşturulmam, efsanelerden, imgelerden, kavramlardan, dillerden, neden içinde var olabileceğim bir yer, bir sözcük bile bulamadım bugüne dek? Gökyüzünün altında söylenecek yeni bir şey yoksa eğer, her cümle, her dize, her öykü defalarca seslendirilmişse, ben hangi çığlığın yankısıyım? Hangi suskunluğun? Sonsuz kez ölüp dirilen, hiçlikten doğan ve büyüyen, okyanusun sırlarını peşi sıra sürükleyen ay olsaydım ben, nasıl böylesine iyi tanırdım uzaklarla sonları? Madem gücüm cehenneme yetiyordu... Neydi peki beni yenen? 
 

Aziz Nesin'in Anıları: Böyle Gelmiş Böyle Gitmez

 Bez Çanta

“Mahalle Mektebi uzak…Kış, soğuk, kar…
Paltom yok…
Üşüyorum, ellerim donuyor.

Annem haki renkli kalın bezden bir çanta dikti bana.
Kitabımı, defterimi çantama koyuyorum.
Soğukta elim üşüdüğünden çantayı tutamazdım, kolumun altına
sıkıştırırdım; soğuktan korunmak için elimi de çantanın altına alırdım.

Okul dönüşü eve gelince ellerim sızım sızım sızlar…Bir akşam, eve geldim yine, annem: “Çantan nerde?” dedi.
Eğilip kolumun altına baktım, çanta yok…Yolda, soğuktan elim uyuşmuş, parmaklarım duyarlığını yitirmiş, çantanın düştüğünden haberim bile olmamış. Dönüp baktım, aradım geçtiğim yolları; çanta yok…

Babam bu olayı, sonraları çok başka türlü anlatırdı: “Yepyeni bir çanta almıştım…
çok pahalı bir çanta…Çok güzel bir çanta…Sağlam çanta…
Üç gözü vardı çantanın…Hem de kilidi vardı çantanın…
O güzelim çantayı taşıdığı ilk gün yolda düşürmemiş mi elleri üşüyüp de…
Vah benim oğlum…‘Çantan nerde?’ diye sorup da kolunun altında göremeyince çantayı, başladı ağlamaya…
‘Ağlama oğlum, ben sana daha iyisini alırım’ dedim. Daha güzel bir çanta aldım…“

Babam böyle anlatırdı; anlata anlata, bu anlattıklarına iyice inanmıştı.
Babam, içinden geçenleri, dileğini anlatıyordu.
Dileğini olmuş sanıp, inanarak anlatıyordu.
Hiç bir zaman: Baba öyle değildi diyemedim.

O, gülerek anlatırdı, ben de gülerek dinlerdim.
Çoğumuz kendi suçumuzmuş gibi yoksulluğumuzdan utanırız.
Ben de yıllarca yoksulluk ayıbımdan utandım, taa yazar olana dek…Çoğunluğun yoksul olduğu ülkede, yoksulluğun değil, varlıklılığın daha utanılası olduğunu yazarlığa başlayınca anladım.”


Ön Kapak