04 Şubat 2017

Önderler ve Milletlerin Mutluluğu

Vaktiyle kitaplar karıştırdım. Yaşam hakkında filozofların ne dediklerini anlamak istedim. Bir kısmı her şeyi kara görüyordu. "Madem ki hiçiz ve sıfıra varacağız, dünyadaki geçici ömür esnasında neşe ve mutluluğa yer bulunamaz!" diyorlardı. Başka kitaplar okudum, bunları daha akıllı adamlar yazmışlardı. Diyorlardı ki: "Madem ki sonu nasıl olsa sıfırdır, bari yaşadığımız sürece şen ve neşeli olalım." Ben kendi karakterim bakımından ikinci yaşam görüşünü tercih ediyorum, fakat şu kayıtlar içinde: Bütün insanlığın varlığını kendi kişiliklerinde gören adamlar mutsuzdurlar. Besbelli ki o adam birey olarak yok olacaktır. Herhangi bir kişinin, yaşadıkça memnun ve mesut olması için gereken şey, kendisi için değil, kendisinden sonra gelecekler için çalışmaktır. Akıllı bir adam, ancak bu şekilde hareket edebilir. Yaşamda tam zevk ve mutluluk, ancak gelecek kuşakların şerefi, varlığı, mutluluğu için çalışmakta bulunabilir. Bir insan böyle hareket ederken, "Benden sonra gelecekler acaba böyle bir ruhla çalıştığımı fark edecekler mi? diye bile düşünmemelidir. Hatta en mutlu olanlar, hizmetlerinin bütün kuşaklarca gizli kalmasını tercih edecek karakterde bulunanlardır.

Herkesin kendine göre bir zevki var: Kimi bahçe ile meşgul olmak, güzel çiçekler yetiştirmek ister; bazı insanlar da adam yetiştirmekten hoşlanır. Bahçesinde çiçek yetiştiren adam, çiçekten bir şey bekler mi? Adam yetiştiren adam da, çiçek yetiştirendeki duygularla hareket edebilmelidir. Ancak bu şekilde düşünen ve çalışan adamlardır ki, memleketlerine ve milletlerine ve bunların geleceğine faydalı olabilirler. Bir adam ki, memleketin ve milletin mutluluğunu düşünmekten daha çok kendini düşünür, o adamın değeri ikinci derecededir. Esas değeri kendine veren ve bağlı olduğu millet ve memleketi ancak kişiliği ile ayakta gören adamlar, milletlerinin mutluluğuna hizmet etmiş sayılmazlar.

Ancak kendilerinden sonrakileri düşünebilenler, milletlerini yaşamak ve ilerlemek imkânlarına eriştirirler. Kendi gidince ilerleme ve hareket durur zannetmek bir dalgınlıktır.Şimdiye kadar söz ettiğim noktalar, ayrı ayrı toplumlara aittir. Fakat, bugün bütün dünya milletleri aşağı yukarı akraba olmuşlardır ve olmakla meşguldürler. Bu itibarla insan, bağlı olduğu milletin varlığını ve mutluluğunu düşündüğü kadar bütün dünya milletlerinin huzur ve refahını düşünmeli ve kendi milletinin mutluluğuna ne kadar değer veriyorsa bütün dünya milletlerinin mutluluğuna hizmet etmeye elinden geldiği kadar çalışmalıdır. Bütün akıllı adamlar takdir ederler ki, bu yolda çalışmakla hiçbir şey kaybedilmez. Çünkü, dünya milletlerinin mutluluğuna çalışmak, diğer bir yoldan kendi huzur ve mutluluğunu temine çalışmak demektir. Dünyada ve dünya milletleri arasında huzur, açıklık ve iyi geçim olmazsa, bir millet kendi kendisi için ne yaparsa yapsın, huzurdan mahrumdur. Onun için ben sevdiklerime şunu tavsiye ederim : Milletleri yöneten adamlar, doğal olarak evvelâ ve evvelâ kendi milletinin varlığının ve mutluluğunun yaratıcısı olmak isterler. Fakat, aynı zamanda bütün milletler için aynı şeyi istemek gerekir. Bütün dünya olayları bize bunu açıktan açığa kanıtlar. En uzakta zannettiğimiz bir olayın bize bir gün temas etmeyeceğini bilemeyiz. Bunun için insanlığın hepsini bir vücut ve bir milleti bunun bir organı saymak gerekir. Bir vücudun parmağının ucundaki acıdan diğer bütün organlar etkilenir.

"Dünyanın filân yerinde bir rahatsızlık varsa bana ne?" dememeliyiz. Böyle bir rahatsızlık varsa, tıpkı kendi aramızda olmuş gibi onunla ilgilenmeliyiz. Olay ne kadar uzak olursa olsun bu esastan şaşmamak gerekir. İşte bu düşünüş, insanları, milletleri ve hükümetleri bencillikten kurtarır. Bencillik kişisel olsun, millî olsun daima fena sayılmalıdır. O halde konuştuklarımızdan şu sonucu çıkaracağım: Doğal olarak kendimiz için bütün gereken şeyleri düşüneceğiz ve gereğini yapacağız. Fakat bundan sonra bütün dünya ile ilgileneceğiz. Kısa bir örnek: Ben askerim. Genel Savaş’ta bir ordunun başında idim. Türkiye’de diğer ordular ve onların komutanları vardı. Ben yalnız kendi ordumla değil, öteki ordularla da meşgul oluyordum. Bir gün Erzurum cephesindeki hareketlere ait bir sorun üzerinde durduğum sırada yaverim dedi ki: "Niçin size ait olmayan sorunlarla da uğraşıyorsunuz?" Cevap verdim: "Ben bütün orduların durumunu iyice bilmezsem, kendi ordumu nasıl yöneteceğimi belirleyemem." Bir devlet ve milleti yönetme durumunda bulunanların daima göz önünde tutmaları gerekensorun budur. 
1937 (Ulus gazetesi, 20. 3. 1937)

Vatandaşların, bir milletin bireyleri olmak bakımından millete, onun devlet ve hükümetine ve bağlı olduğu milletin uygar insanlığın bir ailesi olması açısından, bütün insanlığa karşı birtakım görevleri vardır.
1930 (Afetinan, M.B. ve M.K.Atatürk’ün El Yazıları, s. 16)

 

Nazım Hikmet "Dünyayı Verelim Çocuklara"

Annesi Çalışan Çocuğun Ağıdı...Gülten Akın

Çocukçada Ben de Varım...Özdemir Asaf

Bir Çocuğun Rüyası İçin Şiir...Ataol Behramoğlu

Okutma Üzerine...Rıfat Ilgaz

Dünya Çocuk Yılında – 1... Behçet Necatigil

Yıldızlar...Oktay Rifat

Çocuklarıma...Aziz Nesin

Çocukluk...Cahit Sıtkı Tarancı



Giordano Bruno 'İki şey'

 



İki şey “kalitesiz insan”ın özelliğidir:
Şikayetçilik; Dedikodu.

İki şey çözümsüz görünen problemleri bile çözer: Bakış açısını değiştirmek; Karşındakinin yerine kendini koyabilmek.

İki şey yanlış yapmanı engeller:
Şahıs ve olayları akıl ve kalp süzgecinden geçirmek; Hak yememek.

İki şey kişiyi gözden düşürür:
Demagoji (laf kalabalığı); Kendini ağıra satmak (övmek, vazgeçilmez göstermek).

İki şey insanı “nitelikli insan” yapar:
İradeye hakim olmak; Uyumlu olmak.

İki şey “ekstra değer” katar:
Hitabet ve diksiyon eğitimi almak; Anlayarak hızlı okumayı öğrenmek.
 
İki şey geri bırakır:
    Kararsızlık; Cesaretsizlik.

İki şey kaşif yapar:
Nitelikli çevre; Biraz delilik.

İki şey ömür boyu boşa kürek çekmemeni sağlar:
Baskın yeteneği bulmak; Sevdiğin işi yapmak.

İki şey başarının sırrıdır:
Ustalardan ustalığı öğrenmek; Kendini güncellemek.

İki şey başarıyı mutlulukla beraber yakalamanın sırrıdır:
Niyetin saf olması; Ruhsal farkındalık.

İki şey milyonlarca insandan ayırır:

Sorunun değil, çözümün parçası olmak; Hayata ve her şeye yeni (özgün, orijinal, farklı) bakış açısıyla yaklaşabilmek.

İki şey gelişmeyi engeller:
Aşırılık (mübalağa, abartı, ifrat); Felakete odaklanmış olmak.

İki şey çözüm getirir:
Tebessüm (gülümseme); Sükut (susmak).

İki şeyin değeri kaybedilince anlaşılır:
Anne; Baba.

İki şey geri alınmaz:
Geçen zaman; Söylenen söz.

İki şey ulaşmaya değerdir:
Sevgi; Bilgi.

İki şey "hayatta önemli olan her şey" içindir:
Nefes alabilmek; Nefes verebilmek.


Albert Camus 'Kirilov'

 Dostoyevski’nin bütün kahramanları, yaşamın anlamını inceleyip kavramaya çalışırlar. Yenilikleri hurdadır; gülünç olmaktan korkmazlar. Yeni duyarlığı klasik duyarlıktan ayıran şey, berikinin ahlaksal, ötekininse metafizik sorunlarla beslenmesidir. Dostoyevski’nin romanlarında, sorun öyle bir şiddetle ortaya atılmıştır ki, ancak aşırı çözümler getirebilir. Varoluş asılsızdır ya da ölümsüzdür. Dostoyevski bu incelemeyle yetinseydi, filozof olurdu. Ama düşüncenin bu oyunlarının bir insan yaşamında doğurabileceği sonuçları inceler, sanatçılığı da buradadır. Bu sonuçlar arasında sonuncusu, Bir Yazarın Günlüğü’nde kendisinin mantıksal intihar diye adlandırdığı şey çeker onu. Gerçekten de Aralık 1876 tarihli bölümünde “mantıksal intihar” uslamasını tasarlar, ölümsüzlüğe inanmayan bir kimse için insan yaşamının tümden uyumsuz olduğuna inanmış olduğundan, umutsuz kişi şu sonuçlara varır: 

“Mutluluk konusundaki sorularıma karşılık olarak, bilincimin aracılığıyla, ancak büyük bütünde, uyum içinde mutlu olabileceğim, anlayamadığım, hiçbir zaman da anlayacak duruma gelmeyeceğim bildirildiğine göre, bu açık...” 

“... Sonra, bu durumda, aynı zamanda hem davacı, hem dinleyici, hem sanık, hem yargıç rolünü yüklendiğime göre, doğanın bu güldürüsünü tümden saçma bulduğuma göre, kendim de bu oyunu oynamaya boyun eğmeyi alçaltıcı saydığıma göre...” 

“Tartışma götürmez davacı ve dinleyici, yargıç ve sanık niteliğimle beni böylesine düşüncesiz bir umursamazlıkla acı çekmek üzere dünyaya getiren bu doğayı suçluyorum, kendimle birlikte yok olmaya mahkûm ediyorum.”

Bu tutumda biraz mizah da var. Bu insan kendini öldürür, çünkü, metafizik düzlemde, incinmiştir. Belirli bir anlamda, öcünü alır. Bu onun “tutsak edilemeyeceğini” tanıtlama biçimidir. Bu arada aynı konunun en hayranlık verici genişlikle Kirilov’da, Cinler’in yine mantıksal intihar yanlısı kahramanında kişileştiği bilinir. Mühendis Kirilov bir yerde canına kıymak istediğini, çünkü “düşüncesinin bu olduğunu” bildirir. Sözcüğü gerçek anlamında anlamak gerektiği iyice anlaşılıyor. O, bir görüş, bir düşünce için hazırlanır ölüme. Üstün intihar denir buna. Kirilov’un maskesinin ağır ağır aydınlandığı sahneler boyunca, kendisine yön veren ölüm düşüncesi gösterilir bize. Gerçekten de mühendis, Günlük’ün uslamalarını baştan ele alır. Tanrı’nın gerekli olduğunu, varolması gerektiğini sezer. Ama varolmadığını ve varolamayacağını bilir. “Bunun kendimizi öldürmemiz için yeterli bir neden olduğunu nasıl anlamıyorsun?” diye haykırır. Bu tutum, onda uyumsuz sonuçların bazılarına da yol açar. İntiharının küçümsediği bir dava yararına kullanılmasını ilgisizlikle kabul eder. “Bu gece bunun benim için hiçbir şeyi değiştirmediği kararına vardım.” En sonunda edimini başkaldırma ve özgürlükle karışık bir duygu içinde hazırlar. “Boyun eğmezliğimi, yeni ve korkunç özgürlüğümü kesinlenmek için öldüreceğim kendimi.” Öç değil, başkaldırma söz konusudur artık, öyleyse Kirilov, uyumsuz bir kişidir, ama kendisini öldürmesi gibi temel bir sınırlamayla. Bu çelişkiyi kendisi açıklar, hem de öyle açıklar ki, aynı zamanda uyumsuz gizi de bütün duruluğuyla ortaya çıkarır. Gerçekten de olağanüstü bir hırs ekler ölümcül mantığına; bir Tanrı olmak için kendini öldürmek ister.

Uslama klasik bir açıklıktadır: Tanrı yoksa, Kirilov Tanrı’dır. Tanrı yoksa, Kirilov kendini öldürmelidir. Öyleyse Kirilov, Tanrı olmak için kendini öldürmelidir. Bu mantık uyumsuzdur, ama gereken de budur. Bu arada ilginç olan, yeryüzüne indirilmiş bu Tanrı’lığa bir anlam vermektir. Şu öncülü aydınlatmak demektir bu: “Tanrı yoksa, ben Tanrı’yım”, ama bu da oldukça karanlık kalmaktadır. İlkin bu çılgın savı ortaya atan adamın pekâlâ bu dünyadan olduğunu belirtmek gerekir. Sağlığını sürdürmek için, her sabah, jimnastiğini yapar. Karısına kavuşan Chatov’un sevinciyle duygulanır, ölümünden sonra bulunacak bir kâğıt üzerine, “onlara” dilini çıkaran bir yüz resmi çizmek ister. Çocuksu, öfkeli, tutkulu, yöntemli, duyguludur. Üstün insanın yalnız mantığı ve değişmez düşüncesi vardır onda, insanınsa bütün sicili. Ama sakin sakin Tanrı’lığından söz eden de odur. Deli değildir ya da o zaman Dostoyevski delidir, öyleyse onu çırpındıran şey, bir kendini beğenmişin yanılsaması olamaz. Ve, bu kez, sözcükleri gerçek anlamlarında anlamak gülünç olabilir.

Kirilov da daha iyi anlamamıza yardım eder. Stavrogin’in bir sorusu üzerine, bir Tanrı insandan söz etmediğini açıkça belirtir. Bunun İsa’dan ayrılmak kaygısından geldiği düşünülebilirdi. Ama gerçekte onu da kendine bağlamak söz konusudur. Gerçekten de Kirilov, bir an, ölen İsa’nın kendini cennette bulmadığını tasarlar. “Doğanın yasaları İsa’yı yalanın ortasında yaşattılar ve yalan için öldürttüler”, der, mühendis. İsa yalnız bu anlamda bütün insan dramını kişileştirir. En uyumsuz insan durumunu gerçekleştirmiş olduğu için kusursuz insandır. Tanrı insan değildir, insan Tanrı’dır. Her birimiz onun gibi çarmıha gerilebilir, aldatılabiliriz, bir dereceye kadar da öyleyiz.

Öyleyse söz konusu olan Tanrılık, tümüyle dünyasaldır. “üç yıl boyunca Tanrılığımın niteliğini aradım ve buldum,” der Kirilov. “Tanrılığımın niteliği bağımsızlıktır.” Şimdi Kirilov’un öncülünün: “Tanrı yoksa, ben Tanrı’yım” sözünün anlamı fark ediliyor. Tanrı olmak, bu yeryüzünde özgür olmaktır yalnızca, ölümsüz bir varlığa hizmet etmemektir. Her şeyden önce de bütün sonuçlan bu acılı bağımsızlıktan çıkarmaktır kuşkusuz. Tanrı varsa, her şey ona bağlıdır ve istemine karşı hiçbir şey gelmez elimizden. Yoksa, her şey bize bağlıdır. Nietzsche için olduğu gibi, Kirilov için de Tanrı’yı öldürmek, kendisi de Tanrı olmaktır. Kutsal Kitap’ın söz ettiği ölümsüz yaşamı bu yeryüzünde gerçekleştirmektir.{XXVIII}

Ama bu metafizik cinayet, insanın tamamlanmasına yetiyorsa, ne diye intiharı da eklemeli buna? Neden kendini öldürmeli insan, neden özgürlüğü fethettikten sonra bu dünyayı bırakmalı? Çelişkili bir şey bu. Kirilov iyi bilir bunu, şöyle ekler: “Bunu duyuyorsan, bir çarsın ve kendini öldürmek şöyle dursun, şanın doruğunda yaşayacaksın.” Ama insanlar bunu bilmezler. “Bunu” duymazlar, Prometheus’un zamanında olduğu gibi, kör umutlar beslerler içlerinde{XXIX}. Kendilerine yol gösterilsin isterler, kalıplaşmış öğütlerden vazgeçemezler. Öyleyse Kirilov, insanlık aşkıyla öldürmelidir kendini, ilk kendisi büyük ve çetin bir yol göstermelidir kardeşlerine. Eğitici bir intihardır bu. Kirilov böylece kurban eder kendini. Ama çarmıha gerilmiş de olsa aldanmayacaktır. İnsan Tanrı olarak kalır, geleceksiz bir ölüme inanmış, İncil’in hüznü içine işlemiştir. “Ben dertliyim, çünkü özgürlüğümü kesinlemek zorundayım” der. Ama kendisi ölünce, insanlar en sonunda aydınlanınca, bu yeryüzü çarlarla dolacak, insanın şanıyla aydınlanacaktır. Kirilov’un tabancasının sesi, son devrimin göstergesi olacaktır. Böylece, onu ölüme götüren şey umutsuzluk değil, benzerlerine olan aşkıdır. Anlatılmaz bir tinsel serüveni, kan içinde sona erdirmeden önce, Kirilov, insanların acısı kadar eski bir söz söyler: “Her şey iyidir.”

Öyleyse Dostoyevski’de intihar yönelimi uyumsuz bir yönelimdir. Yalnız daha ötelere gitmeden önce, yeni uyumsuz yönelimler getiren başka kişilerde de Kirilov’un belirdiğini söyleyelim. Stavrogin’le Ivan Karamazov, günlük yaşamda uyumsuz gerçeklerin uygulamasını yaparlar. Kirilov’un ölümüyle kurtardıkları onlardır. Birer çar olmaya çalışırlar. Stavrogin “alaycı” bir yaşam sürer, bu yaşamın ne olduğu yeterince bilinir. Çevresinde kin uyandırır. Yine de, bu kişinin anahtar sözcüğü, veda mektubunda bulunur: “Hiçbir şeyden nefret edemedim.” ilgisizlik içinde çardır. Ivan da düşüncenin büyük güçlerini bırakmaya yanaşmamakla çardır. Kardeşi gibi, yaşadıkları yaşam yoluyla, inanmak için alçalmak gerektiğini tanıtlayanlara, bu durumun insana yakışmadığı karşılığını verebilirdi. Onun anahtar sözcüğü “Her şeye izin vardır” sözüdür, bu sözde de kendisine uygun düşen bir keder ayrımı vardır. Tanrı katillerinin en ünlüsü Nietzsche gibi onun da yolu çılgınlıkta biter. Ama bu göze alınacak bir tehlikedir ve bu acıklı sonlar karşısında, uyumsuz düşüncenin temel davranışı, “Bu neyi tanıtlar?” diye sormaktır.

Böylece Günlük gibi romanlar da uyumsuz sorunu ortaya atarlar, ölüme dek mantığı, coşkunluğu, “korkunç” özgürlüğü, çarların insansallaşmış yüceliğini kurarlar. Her şey iyidir, her şeye izin vardır, hiçbir şey nefreti hak etmemiştir; uyumsuz yargılar bunlar. Ama bu ateşten ve buzdan varlıkları bize öylesine yakın gösteren bu yaratım ne şaşırtıcı bir yaratım! Yüreklerinde homurdanan tutkulu ilgisizlik dünyası hiç de öyle aykırı, hiç de öyle tüyler ürpertici gelmez bize. Orda günlük bunalımlarımızı buluruz. Uyumsuz dünyaya böylesine yakın, böylesine kıvrandırıcı etkiler vermesini de hiç kimse Dostoyevski kadar başaramamıştır kuşkusuz.

Ama vardığı sonuç nedir? Anacağım iki sözü, yazarı başka buluşlara götüren metafizik yıkılışı gösterecektir. Kimi eleştirmenler mantıklı intihar edenin uslamasma karşı çıkınca, Dostoyevski Günlük’ün sonraki bölümünde tutumunu uzun uzun anlatır ve şöyle bağlar: “Ölümsüzlüğe inanç, insanoğluna (o olmayınca kendini öldürmek yolunu seçtirtecek kadar) gerekliyse, insanlığın doğal koşulu bu olduğu içindir. Bu böyle olduğuna göre, insan ruhunun ölümsüzlüğü hiç kuşkusuz gerçektir.” öte yandan, son romanının son sayfalarında, Tanrı’yla o büyük savaşın sonunda, çocuklar Alyoşa’ya sorarlar: “Karamozov, dinin söylediği doğru mudur, ölüler arasında dirilecek miyiz, birbirimizi yeniden görecek miyiz?” Ve Alyoşa karşılık verir: “Elbette, yeniden göreceğiz birbirimizi, bütün olup bitenleri birbirimize sevinçle anlatacağız.”

Böylece Kirilov, Stavrogin ve İvan yenilmiştir. Karamazov’lar Cinler’i yanıtlar. Alyoşa’nın durumu prens Mişkin’inki gibi bulanık değildir. Miskin hastadır, gülümsemelerle, ilgisizlikle belirlenen, sürekli bir “bugün” de yaşar, bu mutlu durumda sözünü ettiği sonsuz yaşam olabilir. Buna karşılık, Alyoşa, açıkça: “Birbirimizi yeniden bulacağız”, der. İntihar ve delilik söz konusu değildir artık. Ölümsüzlükten ve sevinçlerinden kuşkusu bulunmayan kişi için ne gereği vardır bunun? Kişi Tanrı’lığını mutlulukla değişir. “Bütün olup bitenleri birbirimize sevinçle anlatacağız.” Böylece Kirilov’un tabancası Rusya’ da bir yerde patlamış, ama insanlar kör umutlarını kurmayı sürdürmüşlerdir, insanlar “bunu” anlamamıştır.

Öyleyse, uyumsuz bir romancı değil bize seslenen; varlıkçı bir romancı. Burada da sıçrama duygulandırıcıdır, kendisini esinleyen sanata büyüklüğünü verir. Kuşkularla yoğrulmuş, kararsız, ateşli, dokunaklı bir bağlanmadır. Karamazov’lardan söz ederken, Dostoyevski şöyle yazıyordu: “Bu kitabın bütün bölümlerinde izlenecek olan başlıca sorun, bütün yaşamım boyunca, bilinçli ya da bilinçsiz olarak acısını çektiğim sorunun ta kendisidir: Tanrı’nın varlığı.” Bütün bir yaşamın acısını bir romanın sevinçli bir kesinliğe dönüştürdüğüne inanmak güçtür. Bir yorumcu{XXX}, haklı olarak belirtir bunu: Dostoyevski, İvan’la birliktir. Karamazov’ların olumlu bölümleri üç aylık çaba istemiştir, oysa “sövmeler” diye adlandırdıklarını üç haftada, coşku içinde yazmıştır. Bir tek kahramanı yoktur ki, etinde bu dikeni taşımamış, onu kışkırtmamış ya da kimi zaman duyumda, kimi zaman ölümsüzlükte ona bir çıkış yolu aramamış olsun{XXXI}. Ne olursa olsun, bu kuşku üzerinde duralım. İnsanı gün ışığından daha çok saran bir yarı karanlıkta, kişinin umutlarıyla çarpışmasını gösteren bir yapıt işte. Son noktaya gelince, yaratıcı kişilerine karşı bir seçim yapar. Böylece bu çelişki işin içine bir ayrım katmamızı sağlar. Burada söz konusu olan bir uyumsuz yapıt değil, uyumsuz sorununu ortaya atan bir yapıttır.

Dostoyevski’nin karşılığı alçalış, Stavrogin’in deyimiyle “utanç”tır. Oysa uyumsuz bir yapıt karşılık sağlamaz, işte bütün ayrılık burada. Son olarak iyice dikkat edelim; bu yapıtta uyumsuzla çelişen, Hıristiyan niteliği değil, gelecek yaşamı muştulamasıdır, insan hem Hıristiyan, hem de uyumsuz olabilir. Gelecek yaşama inanmayan Hıristiyan örnekleri vardır. Sanat yapıtından söz açılmışken, uyumsuz çözümlemenin daha önceki sayfalarda sezinlendiğini sandığım bir yönü belirtilebilir. “Kutsal Kitap’ın uyumsuzluğunu” ortaya atmaya götürür bu çözümleme. Ayrıca, sıçramalar bakımından pek verimli olan şu görüşü, kanıların inanmazlığı önlemediği görüşünü aydınlatır. Bu yolları iyi bilen Cinler yazarınınsa sonunda pek farklı bir yola saptığı görülür. Gerçekten de, yaratıcının kişilerine, Dostoyevski’nin Kirilov’a verdiği şaşırtıcı karşılık şöyle özetlenebilir; varoluş yalancı ve ölümsüzdür.


Albert Camus Sisyphos Söyleni (Le Mythe de Sisyphe) Fransızca’dan Çeviren: Tahsin Yücel

 

Robin Sharma

Güzel şeyleriniz olsun ama onların tutsağı olmayın. Onlara sahip olun ama size sahip olmalarına izin vermeyin. Yaşamınızın en temel hedeflerini, potansiyelinizin zirvesine erişmek, başkalarına hizmet etmek, başkalarının yaşamlarında fark yaratmak, kendinizden daha önemli şeyler için yaşamak olarak belirleyin. Başarı güzeldir ama bu oyunun asıl adı ''anlamdır."

Ralph Waldo Emerson - İnsanın Görkemi

 
“Kendimi Emerson’a o denli yakın buluyorum ki onu övmekten çekiniyorum, çünkü kendimi övmüş gibi olmaktan korkuyorum.” -Friedrich Nietzche

Bu kitap, düşünce tarihinin önemli isimlerinden Amerikalı düşünür Ralph Waldo Emerson’ın Türkçede ilk kez yayımlanmış denemelerinden oluşuyor. Aynı zamanda büyük bir yazar-şair olan Emerson, aralarında Walt Whitman, Emily Dickinson, Edwin Arlington Robinson, Wallace Stevens, Hart Crane ve Robert Frost’un bulunduğu uzun bir dizi Amerikan şairine ilham verdi. Düşünceleri ise John Dewey, George Santayana, Friedrich Nietzsche ve William James gibi filozofların felsefesini etkiledi.

"Her insan, evrensel aklın vücut bulmuş bir başka halidir. Bütün nitelikleri insanın içinde mevcuttur." (Kitaptan)
 
TIK

 Kefaret ödemek değil, yaşamak istiyorum ben. Hayatım; kendisi için vardır, bir gösteri için değil.

Dünyanın ne düşündüğüne göre yaşamak kolaydır bu dünyada, yalnızken de kendi kafamıza göre yaşamak kolaydır, ancak büyük insan, kalabalığın ortasında yalnızlığın bağımsızlığının kusursuz tadını yaşayandır.

Toplum her yerde her bir üyesinin yiğitliğine dair bir kumpas kurar. En revaçta olan erdem, itaattir. O da özgüvenden tiksinir. Gerçekleri ve yaratanları değil, isimleri ve gelenek görenekleri sever…

Hakikat, yapmacık sevgiden daha güzeldir. İyiliğin bir keskinliği olmalıdır, aksi halde hiçbir şey değildir.

İnsan yüreğini yaptığı işe koyup elinden gelenin en iyisini yaptığında rahat ve neşelidir.

Hayatımız, kanatlı hakikatlerin ve olayların sonsuz uçuşundan başka nedir ki? Bu değişimler müthiş bir çeşitlilikle gelir, hepsi insan ruhuna sorular sunarlar. Bu hakikatlere ve zamana dair sorulara üstün bir akılla yanıt veremeyen insanlar, onlara hizmet ederler. Gerçekler onlara sorumluluklar yükler, onları ezer, insanı gerçek bir insan yapan her ışık belirtisini söndüren hakikatlere tam anlamıyla itaat eden kalıp ve sağduyu insanları yaratır. Ancak insan içgüdülerine, duygularına sadık kalır, sanki üstün bir ırka aitmiş gibi görünen hakikatlerin hakimiyetini reddederler, ruhuna sımsıkı yapışır ve özü görürse, o zaman hakikatler yerine oturur, yerleşir, efendilerinin kim olduğunu bilir ve en zalimi dahi efendisini yüceltir.

İnsanların çoğu, gözlerini öyle ya da böyle bir mendille bağlamış, fikir topluluklarından birine ilişmişlerdir. Bu uyum, onları yalnızca birkaç ayrıntıda sahicilikten uzak ve birkaç yalanın müellifi kılmaz, ayrıntıların tümünde sahte kılar.

Her insan, evrensel aklın vücut bulmuş bir başka halidir. Özel olarak yaşadığı her yeni olay, büyük insan topluluklarının yaptıkları üzerine ışık tutar, hayatındaki buhranlar ise ulusal buhranları işaret eder.

Yüzeyde sonsuz bir çeşitlilik, merkezde ise sebebin basitliği vardır ki! Bir insanın -aynı kişiliği gördüğümüz kaç hareketi vardır ki!

Anlatılan bir olayın, inanılır ya da anlaşılır olması için benim içimdeki bir şeye karşılık gelmesi gerekir.

Deha sebep-sonuç ilişkisine dayalı düşünceyi inceler ve her şeyin ta menşeinde, bir küreden çıkan ışınların, düşmeden önce sonsuz çapa ayrıldığını görür.

Nişanlara, isimlere, büyük topluluklara ve ölü kurumlara ne kadar kolayca teslim olduğumuzu düşününce utanıyorum

Yetişkin; kendi zihninde, bilincinde hapsolmuştur. Yaptıkları ya da söyledikleri övgü toplar toplamaz, bağlı biridir artık.

Ruh; insanın aklı aracılığıyla nefes aldığında deha, iradesi aracılığıyla nefes aldığında erdem, şefkati aracılığıyla nefes aldığında ise sevgidir.

Zihnin içgüdüsü, doğanın amacı, tarihin işaret veren öykülerini kullanışımızda kendi sırlarını ele verir. 
 
Zaman, parlayan gökyüzüne savurur gerçeklerin katı köşeliliğini.

Her insan, evrensel aklın vücut bulmuş bir başka halidir. Özel olarak yaşadığı her yeni olay, büyük insan topluluklarının yaptıkları üzerine ışık tutar,hayatındaki buhranlar ise ulusal buhranları işaret eder.

Deha sebep-sonuç ilişkisine dayalı düşünceyi inceler ve her şeyin ta menşeinde, bir küreden çıkan ışınların, düşmeden önce sonsuz çapa ayrıldığını görür.

Kendi fikrine inanmak, kalbinde senin için doğru olana inanmak; herkes için doğrudur, deha denen budur. İçinizde gizli düşünceyi dillendiriniz.

Yetişkin; kendi zihninde, bilincinde hapsolmuştur. Yaptıkları ya da söyledikleri övgü toplar toplamaz, bağlı biridir artık.

Toplum her yerde her bir üyesinin yiğitliğine dair  bir kumpas kurar. En revaçta olan erdem, itaattir. O da özgüvenden tiksinir. Gerçekleri ve yaratanları değil, isimleri ve gelenek görenekleri sever…

Gerçek şiir şairin zihnidir, gerçek gemi, gemiyi inşaa edendir.

Deham beni çağırdığı zaman babamdan, annemden, karımdan ve erkek kardeşimden uzak dururum. Kapıya “heves” yazarım.

İnsan yüreğini yaptığı işe koyup elinden gelenin en iyisini yaptığında rahat ve neşelidir.

Friedrich Schiller - Bölüşün Dünyayı

Alın bu dünyayı! diye seslendi bir gün Zeus göklerinden
İnsanlara; alın, sizin olsun artık.
Armağanım olsun sizlere bu mülk, bu toprak;
Ama kardeşçe bölüşün aranızda.

Koştu eli ayağı tutan, kendine bir pay için,
İşe sarıldı herkes, genciyle yaşlısıyla.
Çiftçi ürünlerini kaptı tarlaların,
Ava koyuldu asilzade ormanların içinde.

Ambarlarının aldığı kadar aldı tüccar,
En iyi yıllanmış şarabı seçti rahip kendisine.
Kralsa, tuttu köprü başlarını, yol kavşaklarını,
Benimdir, dedi, her şeyin onda biri.

Bu bölüşme çoktan bitmiş, geçmişti ki nice zaman,
Şair çıkageldi, çok çok uzaklardan;
Ama hiçbir şey kalmamıştı hiçbir tarafta,
Ve bir sahibi vardı her şeyin de.

Eyvah! Unutacak mıydın beni böyle hepsi içinde?
Beni, en sadık oğlunu senin?
Diye dövündü, yakındı, haykırdı uzun uzun,
Attı sonra kendini tahtın önüne.

Gezip durursan böyle hayaller ülkesinde,
Dedi Tanrı, söz söyleme artık sonra bana.
Neredeydin peki dünya paylaşılırken?
Yanındaydım oldu cevabı şairin.

Gözüm yüzündeydi,
Kulağım göklerinin ahenginde;
Sarhoştu ruhum ışığından, affet!
Unuttu her şeyini yeryüzünün.

Ne yapmalı şimdi? dedi Zeus, - dünyamız gitti elden,
Ne tarlalar, ne ormanlar, ne de kırlar benim artık.
Ama yaşamak istersen gökte benimle,
Açık olacak o sana her gelişinde.


Tanrı

Tanrıya inananlar için büyük soruların çoğu cevaplanmıştır. Fakat biz, Tanrı formülünü hazır olarak kabul edemeyenler için büyük cevaplar taşa kazılı değildir. Yeni koşullara ve keşiflere uyum sağlarız. Esneğiz. Ne sevgi bir emir olmak zorunda ne inanç bir dikta. Ben kendimin tanrısıyım. Biz kilisenin, devletin ve eğitim sistemimizin öğrettiklerini silmek için burdayız. Biz savaşı öldürmek için burdayız. Biz garipliklere gülmek ve hayatımızı ölümün bizi almaktan korkacağı kadar iyi yaşamak için burdayız...Charles Bukovski

“Olağanüstü iddialar, olağanüstü kanıt gerektirir.“ Carl Sagan

“Tanrı mı? Onu biz öldürdük, insanlık bugün şaşkınlık içinde, onun cenaze töreninde bulunuyor. Tanrı artık öldü, hepimiz Tanrı’nın katilleriyiz.” Friedrich Nietzsche

“Tanrıya inananlar için büyük soruların çoğu cevaplanmıştır. Fakat biz, Tanrı formülünü hazır olarak kabul edemeyenler için büyük cevaplar taşa kazılı değildir. Yeni koşullara ve keşiflere uyum sağlarız. Esneğiz. Ne sevgi bir emir olmak zorunda ne inanç bir dikta. Ben kendimin tanrısıyım. Biz kilisenin, devletin ve eğitim sistemimizin öğrettiklerini silmek için burdayız. Biz bira içmek için burdayız. Biz savaşı öldürmek için burdayız. Biz garipliklere gülmek ve hayatımızı ölümün bizi almaktan korkacağı kadar iyi yaşamak için burdayız.” Charles Bukowski

“Tanrı’yı yahudilerin öldürdüğüne inansam, yahudilere tapınırdım.” Bill Hicks

“Eğer bir tanrının var olduğu ortaya çıkarsa, onun kötü niyetli olduğunu sanmıyorum. Ama işin kötüsü epey beceriksiz olduğunu söyleyebiliriz.” Woody Allen

“Sonsuz bir varlık kendisini sınırlayacak mekanda ve zamanda bulunamaz. Öyleyse hiç bir yerde değildir, hiç bir yerde olmayan şey de yok demektir.” Gorgias

“Var olmayan yalnızca Tanrı da değil, bir de haftasonları tesisatçı bulmaya çalışın bakalım.” Woody Allen

“Şeytan diye bir şey olmadığını bilmiyor musunuz, o yalnızca Tanrı’nın sarhoş hali.” Tom Waits

“Tanrı yokluktur. Tanrı insanın tek başınalığıdır.” Jean Paul Sartre

“İnsanlar atalarıyla pek gurur duymuyor ve onları akşam yemeğine pek davet etmiyorlar.” Douglas Adams

“Dinler, çoğunluğun korkusu ve azınlığın kurnazlığı üzerine kuruludur.” Stendhal

“Çalışmalarımın tüm gösterdiği, evrenin başlangıcının Tanrı’nın şahsi anlık bir isteği olduğunu söylemek zorunda olmadığınızdır.” Stephen Hawking

“Şimdiye dek dini cennet, cehennem, ölümden sonra yaşam yada Tanrı düşüncelerine dair en ufak bilimsel bir kanıt görmedim.” Thomas Edison

“Biz yalnızca çok sıradan bir yıldızın küçük bir gezegeninin üstündeki ileri bir maymun soyuyuz. Fakat biz Evren’i anlayabiliyoruz. Bu bizi özel kılıyor.” Stephen Hawking

“Yaptığım şey evrenin başlangıcının bilimsel kurallarla açıklanabileceğinin mümkün olduğunu göstermekti. Bu sayede, evrenin başlangıç kararının bir Tanrı’ya başvurularak açıklanmasının gereksizliği ortaya çıkar. Bu bir Tanrı’nın olmadığını kanıtlamaz, sadece Tanrı’ya bir ihtiyaç olmadığını gösterir.” Stephen Hawking

“Cennette ilginç insanların hiçbiri yok.” Friedrich Nietzsche

“Din, aklımızın bebeklik döneminden kalma bir şeydir, biz mantık ve bilimi rehber olarak aldıkça yok olacaktır.” Bertrand Russell

“Gerçek kafir, kitlelerin tapındıkları tanrıları inkar eden değil; asıl, kitlelerin inandıkları tanrıları doğrulayan kişidir.” Epikür

“Her kim için dünya nedensiz olarak görünüyorsa ve bu yüzden onun kendisi de nedensiz olarak var oluyorsa, işte onun için Tanrı mevcuttur.” Karl Marx

“Saplantı nevrozunu bir dinin oluşumunun patolojik karşılığı olarak değerlendirip bu nevrozu bireysel bir din, dini ise evrensel bir saplantı nevrozu olarak tanımlayabiliriz.” Sigmund Freud

“Dindarlar bazı nevrotik hastalıklara karşı büyük ölçüde korunaklıdırlar; evrensel bir nevrozu kabul etmiş olmaları onları bireysel bir tane edinme külfetinden kurtarır.” Sigmund Freud

“Tanrı, zalim olan; Tanrı, intikamcı olan; Tanrı, kıskanç olan; Tanrı, soykırımcı olan onun tek özrü var olmaması olabilir.” Stendhal

“Dünyayı yaratmış olan lütufkar bir Tanrı olsaydı ve evrende ahlaki bir düzen ve ölümden sonra yaşam olsaydı çok hoş olurdu; ama şu çok çarpıcı bir gerçektir ki, tüm bunlar bizim öyle olmasını istememizle sınırlı.” Sigmund Freud

“İnsanlar gerçek olmasını diledikleri şeylere inanırlar.” Jül Sezar

“Din yaygın bir tür ruh hastalığıdır.” Sigmund Freud

“Yukarda bizi izleyen bir şey olduğuna inanıyorum. Ne yazık ki o şey hükümet.” Woody Allen

“Ruhun ölümsüzlüğüne inanamam… Ben hücrelerin birleşimiyim, tıpkı New York şehrinin bireylerin birleşimi olması gibi. New York cennete gidecek mi?… Hayır; bizi doğa oluşturdu, her şeyi doğa yaptı, dinlerin tanrıları değil.” Thomas Edison

“Benim için fikir, maddi dünyanın insan aklında yansımasından ve düşünce biçimlerine dönüşmesinden başka bir şey değildir.” Karl Marx

“Tinsel bir dünyadan başka bir şeyin bulunmadığı gerçeği elimizden umuduzu alır, ama bize bir kesinlik bağışlar.” Franz Kafka

"Din, sıradan insanları sessiz tutmak için mükemmel bir alet"...Napolyon

“Dinlerin hepsi fabl, mitoloji gibiler.” Thomas Jefferson

“Din, fakirlerin zenginleri öldürmesine engel olur.” Napolyon