27 Şubat 2015

Nazım Hikmet - Nerden Gelip Nereye Gidiyoruz?

Başlangıç
Doğrultup belimizi kalktığımızdan beri iki ayak üstüne,
kolumuzu uzunlaştırdığımızdan beri bir lobut boyu
                                                                ve taşı yonttuğumuzdan beri
            yıkan da, yaratan da biziz,
yıkan da yaratan da biziz bu güzelim, bu yaşanası dünyada.


Arkamızda kalan yollarda ayak izlerimiz kanlı,
arkamızda kalan yollarda ulu uyumları aklımızın, ellerimizin, yüreğimizin,
toprakta, taşta, tunçta, tuvalde, çelikte ve pılastikte.

Kanlı ayak izlerimiz mi önümüzdeki yollarda duran?
Bir cehennem çıkmazında mı sona erecek önümüzdeki yollar?

1
Çocukların avuçlarında günlerimiz sıra bekler,
günlerimiz tohumlardır avuçlarında çocukların,
çocukların avuçlarında yeşerecekler.

Çocuklar ölebilir yarın,
hem de ne sıtmadan, ne kuşpalazından,
düşerek de değil kuyulara filân;
çocuklar ölebilir yarın,
çocuklar sakallı askerler gibi ölebilir yarın,
çocuklar ölebilir yarın atom bulutlarının ışığında
arkalarında bir avuç kül bile değil,
arkalarında gölgelerinden başka bir şey bırakmadan.
Negatif resimcikler boşluğun karanlığında.
Kırematoryum, kırematoryum, kırematoryum.
Bir deniz görüyorum
                     ölü balıklarla örtülü bir deniz.
Negatif resimcikler boşluğun karanlığında,
yaşanmamış günlerimiz
                           çocukların avuçlarıyla birlikte yok olan.
2
Bir şehir vardı.
Yeller eser yerinde.
Beş şehir vardı.
Yeller eser yerinde.
Yüz şehir vardı.
Yeller eser yerinde.
Yok olan şehirlere şiirler yazılmayacak,
şair kalmayacak ki.

Pencerende bir sokak bulvarlı.
Odan sıcak.
Ak yastıkta üzüm karası saçlar.
Adamlar paltolu, ağaçlar karlı.
Penceren kalmayacak,
ne bulvarlı sokak,
ne ak yastıkta üzüm karası saçlar,
ne paltolu adamlar, ne karlı ağaçlar.
Ölülere ağlanmayacak,
ölülere ağlayacak gözler kalmayacak ki.
Eller kalmayacak.
Negatif resimcikler dalların altındaki
                    yok olmuş olan dalların altındaki.
Yok olmuş olan dalların üstünden
                                        o bulutlardır geçen.
Güneye götürmeyin beni,
ölmek istemiyorum...
Ölmek istemiyorum,
Kuzeye götürmeyin beni...
Batıya götürmeyin beni,
ölmek istemiyorum...
Ölmek istemiyorum,
Doğuya götürmeyin beni...
Bırakmayın beni burda,
götürün bir yerlere.
Ölmek istemiyorum,
ölmek istemiyorum.
O bulutlardır geçen
                 yok olmuş olan dalların üstünden.
3
Tahta, beton, teneke, toprak, saman damlarımızla iki milyardan artığız,
kadın, erkek, çoluk çocuk.
Ekmek hepimize yetmiyor,
kitap da yetmiyor,
                    ama keder
                              dilediğin kadar,
                     yorgunluk da göz alabildiğine.
Hürriyet hepimize yetmiyor.
Hürriyet hepimize yetebilir
ve sevda kederi,
                       hastalık kederi,
                                              ayrılık kederi,
                                                       kocalmak kederinden
          gayrısı aşmayabilir eşiğimizi.
Kitap hepimize yetebilir.
Ormanlarınki kadar uzun olabilir ömrümüz.
Yeter ki bırakmayalım, yaşanmamış günlerimiz yok olmasın çocukların
          avuçlarıyla birlikte,
boşluğun karanlığına çıkmasın negatif resimcikler,
yeter ki ekmek ve hürriyet yolunda dövüşebilmek için yaşayabilelim.

Çağırı
Tanrı ellerimizdir,
Tanrı yüreğimiz, aklımız,
her yerde var olan Tanrı,
            toprakta, taşta, tunçta, tuvalde, çelikte ve pılastikte
ve bestecisi sayılarda ve satırlarda ulu uyumların.


İnsanlar sizi çağırıyorum :
kitaplar, ağaçlar ve balıklar için,
buğday tanesi, pirinç tanesi ve güneşli sokaklar için,
üzüm karası, saman sarısı saçlar ve çocuklar için.

Çocukların avuçlarında günlerimiz sıra bekler,
günlerimiz tohumlardır avuçlarında çocukların,
çocukların avuçlarında yeşerecekler.
22.11.962 
 

İşte geldik gidiyoruz
hoşça kal kardeşim deniz

biraz çakılından aldık
biraz da masmavi tuzundan
sonsuzluğundan da biraz
ışığından da birazcık
birazcık da kederinden
bir şeyler anlattın bize
denizliğin kaderinden
biraz daha umutluyuz
biraz daha adam olduk
işte geldik gidiyoruz
hoşça kal kardeşim deniz
                                                27 Eylül, Pitsunda, 1958
 
hoş geldin bebek
yaşama sırası sende

senin yolunu gözlüyor kuşpalazı boğmaca kara çiçek sıtma
            ince hastalık yürek enfarktı kanser filan
işsizlik açlık filan
tiren kazası otobüs kazası uçak kazası iş kazası yer depremi sel baskını
            kuraklık falan
karasevda ayyaşlık filan
polis copu hapisane kapısı falan
senin yolunu gözlüyor atom bombası falan
hoş geldin bebek
yaşama sırası sende
senin yolunu gözlüyor sosyalizm komünizm filan.
                                                                        10 Eylül 1961, Laypzig
 

 Denizin üstünde ala bulut
yüzünde gümüş gemi
içinde sarı balık
dibinde mavi yosun
kıyıda bir çıplak adam
durmuş düşünür.

Bulut mu olsam,
gemi mi yoksa,
balık mı olsam,
yosun mu yoksa?..
Ne o, ne o, ne o.
Deniz olunmalı, oğlum,
bulutuyla, gemisiyle, balığıyla, yosunuyla.

                                                                            15 Eylül 1958
                                                                            Arhipo Osipovka

 

 Seni düşünmek güzel şey
                                  ümitli şey
dünyanın en güzel sesinden en güzel şarkıyı dinlemek gibi bir şey.

Fakat artık ümit yetmiyor bana,
ben artık şarkı dinlemek değil
                              şarkı söylemek istiyorum...

 
 Sevgilim,
başlar önde, gözler alabildiğine açık,
yanan şehirlerin kızıltısı,
                            çiğnenen ekinler
                            ve bitmez tükenmez ayak sesleri :
                                                                                  gidiliyor.
Ve insanlar katlediliyor :
                                      ağaçlardan ve danalardan
                                                                            daha rahat
                                                                            daha kolay
                                                                            daha çok.

Sevgilim,
bu ayak sesleri, bu katliâmda
hürriyetimi, ekmeğimi ve seni kaybettiğim oldu,
fakat açlığın, karanlığın ve çığlıkların içinden
güneşli elleriyle kapımızı çalacak olan
gelecek günlere güvenimi kaybetmedim hiçbir zaman...
                                                                                    (İstanbul Hapisanesi)
 

 Hasretini, yokluğunu, sensizliği
bir ateş yanığı gibi öyle acıyla duydum ki yüreğimin etinde,
gitgide çoğalarak
           gitgide derinden işleyerek
                      öyle dayanılmaz oldu ki bu
                            seni boğabilirdim senden kurtulmak için
                            çünkü seni o kadar seviyorum.
                                                                                                    25-2-43
 

 
 Baba!
her yılbaşında
    sana söyleyecek
                        bir tek
                              sözüm var :
"Seni ne kadar çok seversem
                               o kadar
        çok olsun ömründen geçen yıllar..."

Baba!
        Babam, ağabeyim, kardeşim, arkadaşım!
Ne zulüm, ne ölüm, ne korku
                            başımı eğemez!
Yalnız senin elini öpmek için
                                      eğilir başım.

Babam, ağabeyim, kardeşim, arkadaşım...
                                                                        1/1/1932
 

 Seviyorum seni ekmegi tuza banıp yer gibi
geceleyin ateşler içinde uyanarak
              ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi,

ağır posta paketini,  neyin nesi belirsiz,
              telâşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi,
seviyorum seni denizi uçakla ilk defa geçer gibi.
İstanbul'da yumuşacık kararırken ortalık
              içimde kımıldanan bir şeyler gibi,
seviyorum seni "Yaşıyoruz çok şükür!' der gibi.
                                                                                    27 Ağustos 1960
 

 Seni düşünürüm
anamın kokusu gelir burnuma
                     dünya güzeli anamın.

Binmişin atlıkarıncasına içimdeki bayramın
fır dönersin eteklerinle saçların uçuşur
bir yitirip bir bulurum al al olmuş yüzünü.

Sebebi ne
              seni bir bıçak yarası gibi hatırlamamın
sen böyle uzakken senin sesini duyup
                            yerimden fırlamamın sebebi ne?

Diz çöküp bakarım ellerine
ellerine dokunmak isterim
dokunamam
arkasındasın camın.

Ben bir şaşkın seyircisiyim gülüm
alacakaranlığımda oynadığım dramın.

                                                                                7 Ağustos 1959
 

 Gülüm, iki gözümün bebeği
ölmekten korkmuyorum,
ölmek arıma gidiyor,
onuruma yediremiyorum ölmeği.
                                                                                15 Ağustos 1959
 

 Aya gidilecek
            daha da ötelere,
teleskopların bile görmediği yere.
Ama bizim dünyada ne zaman kimse aç
                                                            kalmayacak,
            korkmayacak kimse kimseden,
            emretmeyecek kimse kimseye,
            yermeyecek kimse kimseyi,
umudunu çalmayacak kimse kimsenin?


İşte ben komünistim bu soruya karşılık
                                                             verdiğim için.
                                                                            26 Ağustos 1959
 


 Merih'e giden kosmos gemisinde turistler
yeryüzüyce yazılmış şiirler okuyacak.
Her sözü beste beste, renk renk, kat kat açarak
        en sırlı çekirdeğe ulaşabilecekler.
                                                                                    Aralık 1959
 

 Ak bir karanfil gibi çatlayıp da çekirdek
atom bahçelerine yürüyünce aydınlık,
yalnız meraklıları değil, bütün insanlık
        şiirin aynasında kendini seyredecek.
                                                                                    Aralık 1959
 

 Kırdılar tazecik yeşil dallarımızı
Kırdılar kitap tutan ellerimizi
Kanına girdiler çocuklarımızın.
                                                                                    1960, Nisan
 
 Laypzig'de bir yağmur yağıyor incecikten,
yağıyoruz vitrinler, ağaçlar, insanlar,
                            bir de otomobillerin hızı,
                            bir de geçmiş zamanlar,
                            bir de saman sarısı,
                            bir de ben
                yağıyoruz yağan yağmurla beraber incecikten.
                                                                                    18 Eylül 1960


 İnsanların türküleri kendilerinden güzel,
                                kendilerinden umutlu,
                                kendilerinden kederli,
                daha uzun ömürlü kendilerinden.
Sevdim insanlardan çok türkülerini.
İnsansız yaşayabildim
                 türküsüz hiçbir zaman.
Hiçbir zaman beni aldatmadı türküler de.

Türküleri anladım hangi dilde söylenirse söylensin.

Bu dünyada yiyip içtiklerimin,
                              gezip tozduklarımın,
                              görüp işittiklerimin,
                              dokunduklarımın, anladıklarımın
                                      hiçbiri, hiçbiri,
                beni bahtiyar etmedi türküler kadar...
                                                                                    20 Eylül 1960


 günde kaç milyon insan ölür yeryüzünde
                                      doğar kaç milyon
kaçı yaşadım diyebilirdi
        kaçı yaşadım diyebilecek
kaçı günde üç öğün yemek yiyebilirdi
                        kaçı yiyebilecek
                                                                                    13 Ağustos 1961, gece
 
 
Yaşım altmış
on dokuzumdan beri bir düş görürüm
yağmur çamur yaz kış
uykuda uyanık
takılmış düşümün peşine yürürüm.
Neleri alıp götürmedi benden ayrılık;
kilometrelerle umut, tonlarla keder,
taradığım saçlar, sıktığım eller.
Bir düşümle ayrılmadık.

Avrupa'yı, Asya'yı, Afrika'yı düşümle dolaştım
bir Amerikanlar vize vermediler
denizlerden dağlardan çöllerden çok adamları sevdim
                                                             adamlara şaştım.
Mapusanelerde ışığıydı hürriyetimin
ekmeğimin katığıydı sürgünde
her biten akşamdaydı, her başlayan günde :
ulu kurtuluş düşü memleketimin.
                                                                                                            1962
 

 Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne
allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar
oynasınlar türküler söyliyerek yıldızların arasında
dünyayı çocuklara verelim

kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi
hiç değilse bir günlüğüne doysunlar
dünyayı çocuklara verelim
bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı
çocuklar dünyayı alacak elimizden
ölümsüz ağaçlar dikecekler 


 21 Mayıs 962, Moskova 

Yılmaz Odabaşı " Boşuna çırpınma gökyüzü: Yurdum kadar ağlayamazsın. "

 Kimse bilmez be canım bir yara bir ömrü nasıl kanatır.

 Notaları kurşunlanmış bir şarkıdır yalnızlık.

 Kısa bir öyküdür hayat; uğrunu upuzun acılar çektiğimiz.

 Başkasının nüshası olacağınıza, kendinizin aslı olun.


 Yıllar da, acılar da geçmek içindir.

 Hayat, düşlerimizin gerisindeki kırıntılardır.

 Boşuna çırpınma gökyüzü: Yurdum kadar ağlayamazsın...

 Öyle bir serüven ki hayat: Karanlıkta Polyanna’lar, ışıklarda Paylaço’lar dolaşır.

 Mutsuzluğu ve yalnızlığı seçiyorum; çünkü herkes mutluluğu ve kalabalığı seçiyor.

 Ve and olsun ki hiçbir toprak ve hiçbir vatan, daha kutsal değildir insandan!

 Dilediğin kadar uzağa git, hep aynı gökyüzünü paylaşacağız.

 Yürek, daha mahremdir bedenden.

 Her rüya, bir hayatın içinden geçer ve her hayat, aslında bir rüyanın içinden.

 Herkes kırılamaz. İnce bir dal olmak gerekir kırılmak için. Ama dünya kütüklerin.

 İyi olmanın da bir şerefi vardır ve herkes ahlakı, bilinci ve duyarlığı kadar iyidir.

 Yitirdiğin her şeyde kazandığın bir şey var, kazandığın her şeyde biraz yitirdiklerin…

 Tutkularınızı, düşlerinizi ve yolculuklarınızı ertelemeyin. Çünkü çürürler; çünkü dokunduğu her şeyi çürütür zaman...

 Herşeye rağmen "kalmak"tı sorun; kişilikte, aşkta, düşte, inançta ve  sevgide kalmak.

  İnsanın aşkı da yaşadığı hayata benziyordu; dağınık yaşayanın aşkı da dağınık kalıyordu.

 Ben, iki şeyin apansız geldiğine inanırım: Aşk ve ölüm. İkisi de geldiğinde “git” diyemezsiniz. İkisinin de önemi ve büyüklüğü, belki de geldiklerinde “git” diyemediğimiz içindir.

 Bir akvaryumu yazmak, akvaryumda yaşamaktan kolaydır. Bu yüzden her dize biraz eksik, her şiir biraz yalandır.

  Bizden daha kötü durumda birinin elini tutarken, üşüyen birine rastladığımızda ona bir ceket giydirirken, tuttuğumuz, üzerini örttüğümüz aslında kendi vicdanımızdır...

 Bazen bir denizde kıyıları amansızca döven iri dalgalar olmaktansa, aykırı bir su damlası olmak yeğdir.

 Aşkın kavgasını veremeyenler hiçbir şeyin kavgasını veremezler. Aşkın özgürlüğünü yaşamayan ve yaşatmayanlar ise, hiçbir özgürlüğü hak edemezler.

 Biz, acının dip kısmını göze alamadığımız için, mutluluğun üst kısmı da bizi göze alamıyordur.

 Düş oldukça peşi sıra insandır;  çünkü en çok da düşlerin bize hesap sormaya hakkı vardır.

  Yaşarken hayatın, yazarken dilin, düşünürken bilincin belirlenmiş sınırları altüst edilebilmelidir.

  Umudu seviyorum, umutsuzluğu seviyorum; çünkü ikisini kardeş kılan hayatı seviyorum.

 Taşın bile kırılabilir olduğu şu dünyada, insanın kırgınlıklıkları da hep anlaşılabilir olmalıdır.

  Yaşvaklığın ya da fırlamalığın prim yaptığı bir dünyada önce asalet sakatlanır.

 Herkes bilir gitmesini. Bir zaman öğrenirsin gideni sırtından öpmesini.

 Hayatla ve zamanla ilgili fazla düşünmemek gerekir; her ikisi de kendi kurgularını -sizin adınıza -ve çoğu zaman sizin dışınızda- yaparlar zaten.

 Bir kent, gidince ve bir sevda, ayrılınca biter mi? Bir kent bitse bile, bir sevda bitse bile, o kente ve o sevdaya gitmiş olmak bitmez ki...

 Yalnızlığımda seni büyüttükçe kalabalıklaşacağım; sen kendi kalabalığında hep yalnız olacaksın.

Her Ömür kendi gençliğinden vurulur.

Bir şeylerin kötü gitmesinden daha kötüsü de, bu arada kötülüğün meşrulaşıp kanıksanarak galip gelmiş olmasıdır.

Gerçeğinizden hoşnut değilseniz, yeni bir gerçek olmaya gidersiniz.

Ezberlediklerimizde değil, inceliklerimizle insan oluruz.

Umuttan umudu kesmemek istiyorum; çünkü hala hayatın düşlere borcu var.


Amin Maalouf "Milliyetçiliğin birinci erdemi her sorun için bir çözümden çok bir sorumlu bulmak değil mi dir?"

Hayat başlar ve biter! Nasıl başlayıp nerede sona erdiği değil, ikisi arasına neler sığdırılabildiğin önemlidir.

    Beklediğim yarınlar dünde kaldı.


    Öyle bir an gelir ki tüm kararlar kötüdür; sorun, sonradan en az pişman olacağın kararı bulup seçmektir.


    Dünyaya uyanık gözle bakan kişi, yaşamın çürüyüp giden bir tohum olduğunu, gözler kuşkusuz... 


Yalnızca özgür bir ruh, üstünde mutsuzluktan başka bir şey bitmeyen çayırlardan vazgeçip, sonsuzluğun kokusunu içine doldurmayı bilir.

    Geçici bir mutluluk mu? Hepsi öyledir; bir hafta ya da otuz yıl da sürse, son gün geldiğinde aynı gözyaşı dökülür.


    Eğer insanların her zaman akıllarıyla hareket ettiklerini varsayarsak, dünyanın gidişatından hiçbir şey anlayamayız. Akılsızlık tarihin en güçlü ilkesidir.


    Eğer önündeki kapılar bir daha yüzüne kapanacak olursa, hayatının sona ermediğini düşün.. Sona eren şey yalnızca hayatlarının birincisidir ve diğeri başlamak üzere sabırsızlanmaktadır.. O zaman bir gemiye bin, seni bekleyen bir kent vardır.
 
    Zamanın iki yüzü var, dedi Hayyam kendi kendine. Zamanın iki boyutu var: Birisi uzunluğudur ki güneşin döngüsüyle ölçülür. Bir de zamanın derinliği var ki tutkuyla ölçülür.
    
Bedevi bir kadına bir gün en çok hangi çocuğunu sevdiğini sormuşlar. Kadın şöyle yanıt vermiş: ‘Hasta olanı iyileşene kadar, en küçüğünü büyüyene kadar, yolda olanı da eve dönene kadar.


  İnsanın kendi iç hesaplaşmalarıyla tamamen baş başa kalmak istediği anlar vardır ve o noktada en küçük bir dış müdahale bile saldırı gibi algılanır.

Her şey çürüdü: Arkadaşlık, aşk, adanmışlık, akrabalık, inanç, sadakat. Hatta ölüm. Evet, bugün ölüm bile bana kirlenmiş, bozulmuş gibi geliyor.