30 Ocak 2015

Dostoyevski / John Verdon / Paulo Coelho

Seni seviyorum, çünkü bir düş gördüm, sonra bir krala rastladım, billuriye sattım, çölü geçtim, kabileler savaşa tutuştular ve bir simyacının oturduğu yeri öğrenmek için bir kuyunun yanına geldim. Seni seviyorum, çünkü bütün evren sana ulaşmam için işbirliği yaptı.
İnsan sevdiği için sever. Aşkın hiçbir gerekçesi yoktur.
Dünya gerçeklerine oldukları gibi değil de, olmalarını istediğim gibi bakıyorum.
 Düşümü gerçekleştirmekten korkuyorum, çünkü o zaman yaşamak için hiçbir sebebim olmayacak.
 Haindir develer, en küçük bir yorgunluk belirtisi göstermeden binlerce fersah yol alırlar. Ve sonra birden diz üstü çöküp ölürler. Oysa atlar yavaş yavaş yorulurlar. Sen onlardan ne isteyebileceğini ve ne zaman öleceklerini bilirsin.
 Kötülük dedi Simyacı, “insanın ağzından giren şeyde değildir. Kötülük ordan çıkandadır.”
 Her gün, yaşamak ya da ölmek içindi. Her şey yalnızca tek bir şeye bağlıydı: “Mektup”
 Sana hayatın çok basit bir yasasını göstermek için: Gözümüzün önünde büyük hazineler olduğu zaman asla göremeyiz onları. Peki neden bilir misin? Çünkü insanlar hazinelere inanmazlar.
 Yüreğine, acı korkusunun, acının kendisinden de kötü bir şey olduğunu söyle.
 Yüreğin neredeyse hazinen de oradadır.
 Ve delikanlı, Evrenin Ruhu’na daldı ve Evrenin Ruhu’nun Tanrı’nın Ruhu’nun parçası olduğunu gördü ve Tanrı’nın Ruhu’nun kendi ruhu olduğunu gördü.
 Bütün dünyayı kucaklayamayacak kadar küçük biri olduğum için, sahip olduğum az bir şeyi her zaman korumaya çalışırım.
 Bir şeyi gerçekten istediğin zaman, arzunu gerçekleştirmeni sağlamak için bütün evren işbirliği yapar.
 Değeri bilinmeyen her lütuf, felakete dönüşüyor.
 Biraz şikayet edecek olursam, bu yalnızca benim bir insan yüreği olmamdandır ve insanların yürekleri böyle olur. Ulaşmaya layık olmadıklarını ya da ulaşamayacaklarını sandıkları için en büyük düşlerini gerçekleştirmekten korkarlar. Dirilmemek üzere sona ermiş aşklar, olağanüstü olabilecek ama olmayan anlar, keşfedilmesi gereken, ama sonsuza kadar kumların altında kalan hazineler, daha aklımıza gelir gelmez bizler, yürekler hemen ölürüz. Çünkü böyle bir durumla karşılaşınca ölümcül acılar çekeriz.
    Gözler ruhun gücünü gösterir.
    Sevdiğimiz zaman olduğumuzdan daha iyi olmak isteriz her zaman…
    Bulduğun şey saf maddeden yapılmışsa hiçbir zaman çürümeyecektir.
    Belki de Tanrı, çölü, insanlar hurma ağaçlarını görünce sevinsin diye yarattı.
    Bir şeye önem vermek, başlangıçtan başka bir şey değildir.
    Düşlerinin peşinde olduğu sürece hiçbir yürek kesinlikle acı çekmez.
    İnsanlar resimlerin ve sözcüklerin büyüsüne kapılıp sonunda Evrenin Dilini unutur.
    Öyle zamanlar vardır ki, insan hayat ırmağının akış yönünü değiştiremez...Simyacı-Paulo Coelho

Birbirimize hikayeler anlatıyoruz. Gerçek kanıtlarıysa kaçırıyoruz. Sorun bu. Zihnimiz böyle işliyor. Hikayelere çok düşkünüz. Onlara inanma ihtiyacı taşıyoruz. Ve ne oluyor biliyor musun? Bu inanma ihtiyacı seni bataklığa sürüklüyor...Gözlerini Sımsıkı Kapat -John Verdon

Belki de insan yalnızca refahtan değil, acıdan da aynı ölçüde hoşlanıyor. Hatta acının mutluluk kadar yararlı olduğu bile düşünülebilir. İnsanın yeri geldiğinde acıyı, tutkuya varan derecede sevdiği bir gerçektir. Bunu anlamak için insanlık tarihine bakmaya gerek yok, yaşamın ne olduğunu bilen bir insansanız kendi kendinize sorun yeter. Benim kişisel düşünceme göre, yalnızca refahı sevmenin biraz ayıp yanı bile vardır. İyi mi kötü mü olduğunu bilmem ama bazen bir şeyleri kırıp dökmenin bile kendine özgü bir tadı olabiliyor. Bu açıdan,ben ne yalnız başına refahı, ne de yalnız başına acıyı yeğlerim. Acı, kuşku demektir, yadsıma demektir. Bununla birlikte insan gerçek acıyı tatmak istediğinden, çevresinde bir kargaşa yaratmak, yok etmek, dağıtmak hevesinden asla kendisini uzaklaştıramaz. Bizim manevi varlığımızın biricik kaynağı acı değil mi?...Yeraltından Notlar-Dostoyevski

Aret Vartanyan - Sen ve Ben

Artık birisinin çıkıp bana sen güçlüsün demesini sevmiyorum. Ne zaman birisi bana sen güçlüsün dese bıyık altından gülümseyip sadece gökyüzüne bakıyorum. O anda yapmak istediğim, avaz avaz karşımdakinin yüzüne bağırmak. "Sen biliyor musun güçlü olmanın ne demek olduğunu? Sen biliyor musun nasıl gerçekten güçlü olunduğunu?" Söyleyeyim: Yaşadığın her acı, ödediğin her bedel güç dediğin şeyin bir damlası. Tıpkı sarkıtların, dikitlerin oluşması gibi. Her acı biraz daha sertleştiriyor, demircinin nasırlı elleri gibi ruhun sertleşiyor. Öyle bir hal alıyor ki şaşırmamaya başlıyorsun. Düşmekten, yıkılmaktan, kaybetmekten... Gün oluyor seri halde pata küte vuruyorlar kafana, biri bitti derken diğeri sol kroşeyi indiriyor. Ve sen güçleniyorsun. Ölmediğin ve dayak yediğin her gün biraz daha güçleniyorsun. En sonunda Azrail ile sohbet edebilir hale geliyorsun. Sonra da karşına geçip sana güçlüsün diyorlar.

Bülent Ecevit - Sonra

Burada bitsin mi hikaye
Başlasam mı yeniden her şeye
Yine Tanrı mı olsam, yaratsam mı kendimi
Ateşle havayla suyla mı
Yalnız eniyle boyuyla mı, neyle kursam
Boş mu versem tanrılığı
Bir başıma otursam
Ne ateş
Ne hava
Ne su
Ne en
Ne boy
Ne Habil
Ne Kabil
Ne soy!
Ne ben
Ne Tanrı

1953

Sahte dindarlara ve aşkı böyle yaşayamayanlara ithaf edilir...

Zamanın birinde, âlim zatlardan birisi, bir nehir kenarında namaza durmuş. Mecnun bir kişi, tam o sırada sözde alim zatın önünden geçmiş. Adam, öfkeyle namazını bozarak, o mecnun kişiye seslenmiş:
- bre melun! Görmez misin ki namaza duruyorum. Ne diye önümden geçersin? Mecnun kişinin dervişe verdiği cevap ise çok ilginçtir:
- Ben Leylanın aşkıyla senin namaz kıldığını görmezken, sen  Mevla'nın aşkıyla durduğun namazında beni nasıl görüyorsun.
Sahte dindarlara ve aşkı böyle yaşayamayanlara ithaf edilir...