12 Kasım 2014

Satı Çırpan İlk Kadın Milletvekillerinden

İlk Kadın Milletvekillerinden.
Kadınların ilk kez oy kullandığı T.B.M.M. 5. Dönem seçimleri 8 Şubat 1935´te yapıldı ve 17 kadın milletvekili ilk kez meclise girdi. Satı Kadın Ankara´dan Miletvekili olarak seçildi. Ara seçimlerde bu sayı 18´e ulaştı.

Satı Kadın 1890´da Kazan´da doğdu. Milli savaşta malûl olmuş bir askerin eşiydi. Beş çocuğu vardı. Çiftçilikle uğraşan Satı Kadın hususi eğitim gördü. Seçildiğinde Kazan Köyü muhtarıydı. Bir dönem  milletvekilliği yaptı.

Atatürk’le Hatırası
Sait Arif Terzioğlu’nun “Yazılmayan Yönleriyle Atatürk” adlı eserinden alınmıştır.

Ankara’da yakıcı bir yaz günü idi. Atatürk beraberinde arkadaşları ve yaverleri olduğu halde Kızılcahamam’a giderken kazan köyü yakınlarında durmuş ve otomobilinden inmişti. Köyün kadını, genci, yaşlısı, ihtiyarı köylerin içinden geçen, şosede duran bu yabancı konukları görünce hep koşuştular. Kimi su seyirtti, kimi ayran, bunlardan biri, güğümünden aktardığı soğuk ayranı Ata’ya uzattı:

- Bir soğuk ayran içer misiniz, dedi.

Bu çorak iklimin kavurduğu yüzünde bronzlaşmış Türk kadının en bariz ifadelerini taşıyan, bir Türk Anası idi. Böğrüne sıkıştırdığı kundağı biraz daha bastırdıktan sonra, sağ elindeki ayran bardağını uzattı, bekledi. Ata, ayranı kana kana içmiş ve biran durakladıktan sonra ona:

- Senin kocan kim? diye sormuştu

Köylü kadını,yüzü tunçlaşmış, elleri nasırlı bir Türk Anası Ankara’nın kendine has şivesi ile kocasının Sakarya harbinde boğazından yaralanmış bir cengaver olduğunu söyledi. Ata bir soru daha sordu:

- Ne zaman doğdun?

- 1919′da Atatürk Samsun’a çıktığı zaman doğdum.

Ata, bir an düşündü. Yıl 1934 idi. Kadının bu ifadesine göre 15 yaşında olması lazım gelirdi. Halbuki karşısındaki kadın 25 yaşlarında görünüyordu tekrar sordu:

- Nasıl olur

Evet, nasıl olurdu. Bu Satı Kadın hiç tereddütsüz, o her zamanki nüktedan haliyle ve memleketin işgal altında geçirdiği acı yılları ima ederek:

- Evet Paşam, ondan evvel yaşamıyordum ki!

Tam 6 çocuklu bu Anadolu kadını 1890 dogumluydu. Kazan köyünün muhtarıydı. Türkiye’deki ilk kadın muhtardı.

-Babam Kara Mehmet’lerden. Kazan’ın muhtarlık mühürü bana ondan miras kaldı. Sizi görmek fırsatını bize bahşettiğiniz için bahtiyarlık duyuyoruz Paşam.

-Peki kadınların da erkekler gibi çalışıp çalışıp çeşitli mevkilere yükselmesi konusunda ne düşünüyorsun?

-Şüphesiz doğrudur. Ve kadınlarımız Cumhuriyet’in mefkuresi altında bunu başarmak azmine sahiptir. Biz kadınlar hedefe yürüyecek ve Cumhuriyet meşalesini her alanda taşıyacağız Paşam.

Mustafa Kemal bu yanıttan son derece memnun olmuştu. Bu konuşma onu bir hayli düşündürdü. Ayrılırken yaverine kadının ismini ve adresini not ettirdi.

Satı Kadın niçin milletvekili seçildiğini bilmiyordu. Ama Mustafa Kemal onu neden seçtiğini bilecekti. Çünkü kurduğu Cumhuriyet’in temelinde bu ülkenin kadınların da olduğunu biliyordu. Seçmek ve seçilmek onların da haklarıydı. 

1923’te İzmir’de yaptığı konuşmasında diyorduki: “Şuna inanmak lazımdır ki, dünya yüzünde gördüğünüz her şey kadının eseridir.”

John Berger - G.

 Aşık olmak, bazı armağanların sürekli değiş tokuşunu ummaya yönelik karmaşık bir durumdur. Bu armağanlar, basit bir bakıştan kendini bütünüyle sunmaya kadar değişen geniş bir yelpaze içindedirler. Nedir ki, armağanların armağan olarak kalmaları şarttır: talep edilemezler. Kişinin aşık kimliğiyle hakları yoktur -karşısındakinin ona vermek isteyeceği armağanı umma hakkı dışında
Çeviri:Tomris Uyar
G. John Berger’in İngiltere’nin en prestijli ödülü olan Booker ödülünü almış, erken dönem romanı. Arka planında Avrupa tarihinin Garibaldi, 1898 Milano işçilerinin ayaklanması, Boer savaşı, Alplerin ilk kez uçakla geçilmesi gibi önemli siyasi olaylarının yer aldığı roman, kadın ve erkeğin cinsel bağ ve ilişki içindeki davranışlarına eğiliyor. 

Tezer Özlü ve Leyla Erbil'in Romanlarında Varoluşçuluk

2001 yılında yayımlanan Cüce215 romanı, Erbil‟in de üyesi olduğu Türkiye PEN Yazarlar Derneğince yazarın Türk diline ve edebiyata hâkim oluşu, eserlerinde kendine has bir dil ve üslûp kullanımıyla yakaladığı özgünlük ve evrenselliği yanında sokaktaki hayata ve sosyal meselelere karşıda duyarlı bir aydın tavrı sergilemesi sebebiyle 2002 yılında Nobel Edebiyat Ödülü'ne aday gösterilmiştir. 
 
Yazar, böylece Nobel‟e aday gösterilen ilk Türk kadın yazar olmuştur. Cüceromanı, yazar-medya ilişkisinin eleştirisi çerçevesinde “Yazarın Notuve Cücebaşlıklarıyla iki bölümden oluşmaktadır. Kısım kısım Mustafa Horasan‟ın çizdiği resimlerle desteklenen eserin konusunu, ilk bölümde yazar Leyla Erbil‟in köy evinden komşusu Zenîme Hanım‟ın tanıtılışı ve yazar ile Zenîme Hanım‟ın arasında “yazarlık” üzerine kurulan diyalog oluşturur.Yazarın Notu kısmında anlatıldığı üzere ana karakter Zenîme Hanım; dış dünyaya kapalı, kimseyle görüşmeyen, evini kimseye açmayan ve yalnız yaşayan seksen yaşlarında bir kadındır. Dış dünya ile iletişimi sınırlı, yalıtılmış bir yaşantı sürdürmektedir. O; yazardan, tarlada rençberlik eden Hatice Abla ve onun oğlu ıldırım‟dan başka kimseyle görüşmez. Kaban adlı bir de köpeği vardır. Siyasetle, edebiyatla, sanatla, özellikle sinemayla çok ilgilidir. Yalnız başına yaşadığı evin tasvirinden anlaşıldığı gibi oldukça da pasaklı biridir. Evinde sürekli karıncalar gezmektedir. Babası Lamih Bey sayesinde Amerika‟da bulunmuş, oradayken “Hayvan İnsan Sevgisi” konusunda doktora yapmış ve “İslâm‟da Yalansızlığın Ürettiği Estetik Merhametin Dünya Hümanizmine Katkıları” üzerine ders vermiştir. Emekli olunca da Türkiye‟de yazarın köyünde, kendi babasından kalan bu eve gelip yerleşmeyi tercih etmiştir. 
 
Tek eseri olan felsefi romanı “Hiçlik”i yazara hediye ettikten sonra yazarla aralarındaki yakınlık artar, diyalogları daha çok yazarlık üzerine kayar. Zenîme Hanım bir roman yazmak istediğini yazar ile paylaşır ve eserini kısa bir zaman sonra yazmaya başlar; fakat bunu bitirmeden ardında yazara karmaşık müsveddeler bırakarak intihar eder. Yazar, uyku hapları içerek 12 Ekim 2000 tarihinde intihar eden Zenîme Hanım‟ın bu yaptığına anlam veremez, bir sebep de bulamaz. Yazar, Zenîme Hanım‟ın bıraktığı karmaşık notları düzenleyerek eseri yayımlar. Bu eser de Cüceromanını meydana getirir. Eserin ismini “Zenîme Hanım” olarak koymayı düşünse de bunun ilgi çekmeyeceğini tahmin ederek esere Cüceismini vermeyi tercih eder:Zenîme Hanım, ad falan koymamıştı kitabına. Cüce adını ben koydum. Bu adın plastik gücüne inanırım. Aslında Zenîme Hanım olmalıydı adı, ama satmazdı.‖(s. 16) Romanın ikinci kısmını oluşturan Zenîme Hanım‟ın eseri, Cücebaşlığıyla yazar tarafından birinci tekil (ben) kahraman anlatıcı bakış açısı-ve ikinci tekil (sen) kişi ağzından aktarılır. Bu kısımda dört ayrı içerik karışık sayfalarda verilerek anlatımı zorlaştıran ve bir o kadar da orijinal kılan bir biçim-içerik uyumu meydana getirilmiştir.Romanın kişi kadrosu Zenîme Hanım, Menipo (muhabir) yazar ona cüce adlandırmasınıda yapar-, Hatçabla ve onun oğlu Yıldırım‟dan oluşmaktadır. Dört ayrı koldan ilerleyen eser, 2000 yılında bir köy mekanında yalnız başına yaşayan Zenîme Hanım‟ı anlatır. Romanın ikinci kısmının ana konusu, Zenîme Hanım‟ın sanatçı muhabir ile röportaj sürecinden meydana gelmektedir. Onun yalnız ve sakin yaşantısına aykırı bir tutumla gazeteden gelen röportaj isteğini kabul edişi, bu aykırı tutumundan pişman bir vaziyette sisli yollar içinde “cüce”yi (muhabiri) bekleyişi ve bu bekleyiş esnasında düşündükleri iç monolog, geriye dönüş ve leitmotif gibi anlatım teknikleriyle romanda ifadesini bulmuştur. Bekleyiş sürecinde Yıldırım‟ın gelip yazara arkadaşlarının televizyonda yakıldığı haberini verişi ve daha sonra annesinin ölüm haberini de getirişi örgü akışı içinde yan olaylar olarak ifade edilebilir. Gazetecinin gelişinden sonra daha düzenli bir akışta verilen olay örgüsü, Zenîme Hanım‟ın toplumdan nasıl uzaklaşdığının ve nasıl “hiç” yazar olduğunun açıklamasını barındırır. Zenîme Hanım‟ın dış dünyadan, medyadan kopuk oluşu; medyaya, yazın dünyasındaki popülerliğe karşı olan eleştirel tutumu ve kendi ifadesiyle “unutturuş oyunu”nu kendi iç dünyasında kuruşu bu kısımda okunmaktadır.  
 
Eserin bir tarafında karışık sayfalarda yazarın içsel hesaplaşmaları, varoluşsal sorgulamaları ve bunalımı farklı yazı stiliyle ve puntoyla takip edilmektedir. Ayrıca bazı sayfalarda da romandan kısa iktibaslar daha büyük puntoyla ve farklı yazı stiliyle sayfa düzeninde ortalanarak verilmiştir. Romanın dört farklı koldan ve karmaşık bir şekilde verilen olay örgüsü, klasik roman yapısından farklı bir biçimde meydana geldiğini açıkça ortaya koymuştur.Ana karakterin ruhî bunalımlarının okunduğu bu roman, sembolik unsurlarla karınca, ayna, koyun sembolleriyle-desteklenmektedir. Ayrıca metinler arasılık, monolog, iç monolog, kolaj, ironi, büyülü gerçekçilik gibi postmodern özellikler barındırmaktadır. 
 
Eserin içeriğinde ise varoluşçu ile yer yer feminist akımların tesiri göze çarpmaktadır. Cüce, bir taraftan bireyin bunalımlı içdünyasını yansıtırken diğer taraftan Metin Göktepe‟nin katillerini saklayan yönetimden, Gazi kıyımından ve Sivas olaylarından bahsederek sosyal konuları da bünyesinde bulundurmaktadır. Yıldırım‟ın annesi Hatcabla üzerinden de kadının sosyal boyuttaki yeri eleştirel bir tutumla okuyucuya sunulmaktadır.Cüce‟nin dili, cümle kurulumunu eksiltili bir hâlde veren, gramer kurallarını yeni baştan kurmaya kalkışan, anlamı çoğulcu bir tarza sürükleyen yapıda ve kendisini okuyucuya kolay açmayan niteliktedir.Cüce, gerek Yazarın Notu kısmı gerek sosyal konuları ele alışıyla Zenîme Hanım karakterini gerçekçi bir algıyla okuyucuya aktarmıştır. Erbil‟in tekdüzelikten uzak tutumu romanın yapı özellikleriyle ve içeriğiyle bütüncül olarak yansıtılmıştır. Denilebilir ki Erbil, eserin konusunu meydana getiren Zenîme Hanım‟ın zihinsel karışıklığı ve ruhî bunalımını, romanın bizzat kurgusunun karmaşıklığıyla ve çoğulcu anlamıyla desteklemiştir.
nek.istanbul.edu.tr