19 Ekim 2013

Cemal Süreya & H. Hüseyin Korkmazgil

Siz saatleri yaşadınız. Zaman taşlarını. Niceldir saatler. Adsızdırlar. Renklerini, kokularını kişiselliklerden alırlar. Aylar birbirinin içinden yürüyebilir.Ağustosta bile Marta gönderme vardır. Yine de gönderme mevsim mantığıylasınırlıdır.Günlerse bambaşka. Bir günün öbürünün önüne geçmesine izin yok. Günün gizi hem kişiselliğimizde, hem de onun kendi kişiselliğinde. Siz saatleri yaşadınız. Henüz sözcük hâline dönüşmemiş ya da bir sözcükkarşılığı oluşmamış durumlar yarattınız. Tanığınızım. 
Aylar ayları açıklıyor.Saatler saatleri kum saatiyle açıklayabiliyor.(...)Denetçi anlamaz, tarihçi atlar, terzi bir araya getiremez, sanatçı elden kaçırır.(...)Gerçek neydi biliyor musunuz: Her şey.Yüzyıl sonra bugün yaşayan hiçbir anne, hiçbir sevgili, hiçbir bebek, hiçbirbıldırcın, hiçbir balina, hiçbir örümcek, hiçbir aslan, hiçbir ceylan, hiçbir yılanvarolmayacak. Ayrı bir kardeşlik kanıtı değil mi? Hayat kanıtı. Birbirimizin heryönden çağdaşıyız.” 
Siz, Saatleri - Cemal Süreya

Aylar ayları açıklıyor.
Saatler saatleri kum saatiyle açıklayabiliyor.
Açıklanmayan tek şey aşk: En büyük sayrılık ve en büyük sağlık.
Günü tam gelmemiş olarak bir yanını gizleyen duygu.
Denetçi anlamaz, tarihçi atlar, terzi bir araya getiremez, sanatçı elden kaçırır.
Kent yıkılıyor. Sokaklar uçtan uca kazılmış. Sesimiz radyasyon içinde. Mühendisler geldiler; kedi resmini bile cetvelle çizerler. Gözlem evinde art arda mevsimler sökülür.
Mahşerin ortalık yerinde size rastladık. Elinizi şuramıza koydunuz.
Sürgündük. Göçebeliğin elverişli yanlarını da yitirmiş gibiydik. Yanınızda göçmen olduk. Bir yerleşmişlik duygusu ki, hırkamız yazlık sinemada iliklenir.
Güneş her sabah verilmiş bir söz gibi doğuyordu. 

Siz tebeşirle kara tahtaya ne güzel yazan.
Kuzular için özel bir bölüm açmayı da hiç unutmayan.
Saatlerle yaşadınız. Düşlerinizde doğulu bir ressamın elinden çıkmış ağırlıksız yapraklar.
Kızböceği de göründü. Gece de uçmaya başlamış.
Bakır kaptan günlük kokusu yayılır.
Geceyle birlikte.
Gece de.
Sen Serpin, sen Nuri, orda burda nasıl dolaştırdınız. Benziyordunuz. Aynı kişi miydiniz?
İki din var: siyah ve beyaz. Gerisi?
...Cemal Süreya

oradadır işte o
seni hangi türkü ağlatıyorsa
hangi söz vuruyorsa taa yüreğinden
oradadır işte o
iyi bak ona !...Hasan Hüseyin Korkmazgil

Aile Çay Bahçesi - Yekta Kopan

Oysa yağmurda ıslanmanın verdiği huzur hiçbir şeyde yoktur. İnsan olmaktan utanmadığın tek andır, ağaçlar gibi, köpekler, kuşlar, kediler, bildiğin-bilmediğin bütün hayvanlar gibi. Islandığın an doğanın bir parçası olduğunu hissedersin. Manzaraya dışarıdan bakan kibirli insanlardan uzakta, o manzaranın bir parçası olursun. 
 

Ben geçip gitmek isterdim hayattan, o iz bırakmak için uğraşırdı. O tadına doyum olmaz bir şiirdi, ben taslak halinde bir roman.

Anladım ki, söylenmesi gerekeni hep o söyledi. Ben sadece düşündüm. Zihnimde tartıştım insanlarla. Ne yaşadıysam kabuğumun altında yaşadım. Uykusuz gecelerde kavga provaları yaptım; işten çıkaran patronla, yağmurlu havada ıslatıp geçen taksiciyle, tiyatroda gelip yerime oturan çiğ suratlı kadınla, posta kutumu karıştıran apartman yöneticisiyle zihnimde savaştım. Karşılarına dikilip edeceğim lafları düşündüm. “O bunu derse böyle derim, şunu derse şöyle yapıştırırım cevabı,” diye hesap yaptım. Şehrin kokuşmuşluğuyla, insanların kabalığıyla, yolların pisliğiyle, binaların bakımsızlığıyla, köpeklerin havlamasıyla, kedilerin çöp karıştırmasıyla, kadınların sinsiliğiyle, erkeklerin salyalı yalanlarıyla didiştim durdum aklımın karanlık koridorlarında. Sonra sustum. Ses olmadı düşündüklerim. Nefretimi kusamadım dünyaya. O güvenlikli kabuğumun altından çıkaramadım başımı.

O mutlu günlerimde düşünmediğim bir gerçek var oysa. İnsan karanlıkla bir kere tanıştı mı, bir daha istese de kurtulamıyor ondan.

Ama Nejat Bey, çirkinliklerini gönlünce sergileyebilir. Ne de olsa o, çirkinlikleri, arızaları, hataları, yalanları örtbas edilen erkekler ülkesinin değerli bir üyesi. O bir erkek. Hayriye Hanım hep görülmeyen bir yerden konuşan, inildeyen bir ses. O bir kadın.

Oysa yağmurda ıslanmanın verdiği huzur hiçbir şeyde yoktur. İnsan olmaktan utanmadığın tek andır, ağaçlar gibi, çiçekler gibi, köpekler, kuşlar, kediler, bildiğin-bilmediğin bütün hayvanlar gibi ıslandığın an.

Başka çocukların anneleri üst baş kirleten oyunlara kızardı ama babaannem hiç ses çıkarmazdı. “İyidir toprağı avuçlamak,” derdi, “toprağı seven, insanı da sever.”

Ömrüm boyunca, ikinci el eşya satan bir dükkânın vitrinine bakar gibi baktım hayatıma.

Müzeyyen. Annesinin kuzusu. Babaannesinin biriciği. Babasının… Sahi ben, babamın neyiydim?

Bidonun dibinden tutup varlık nedenime su vermiştim. Ölülerin de susayabileceğini o gün öğrendim.

Gidemezdi annem. Pencere önündeki divana demir atmıştı. Babamın yolunu gözlediği nöbet noktasından ayrılamazdı. Beni ders başına yolladıktan sonra, hemen bir sigara yakar, uçkuruna sahip çıkamayan kocasını beklemeye devam ederdi. Ömrüm boyunca görmediğim, adlarını bilmediğim Almanya’daki uzak kuzenlerin hayaliyle otururdu bütün gece. Hem sonra karnındaki vardı. Çiğdem vardı. Gidemezdi.

Beyaz çoraplarımın içinde bir pençe gibi kıvrılmış ayak parmaklarımla, yere, dünyaya tutunmaya çalışırdım. Gözümden ne zaman aktığını bilmediğim bir damla yaş, biçki-dikiş kursu mezunu annemin diktiği beli lastikli eteğime düşerdi.

Neye dokunduysam kuruttum kızım. Anam öldü, babam öldü, büyükbabam, babaannem öldü. Bir Müzehher teyzem vardı, o da baban olacak adamla evlenmeme dayanamadı, kahrından öldü. Hepsini ben öldürdüm. Bir kendimi öldüremedim. Almadı ki Allah canımı, kurtulayım her şeyden…

Garip ama o anda çok sevmiştim onu. Bana bütün erkekleri bir anda anlattığı için boynuna atlayıp öpmek istemiştim. Zavallı. Korkak. Yalancı. Aklı sikinde.

Korkularımızla öldürüyoruz zamanı. Oysa saniye kolu, tüm cesaretiyle koşmaya devam ediyor.

AILE ÇAY BAHÇESI - YEKTA KOPAN Fiyatları
Müzeyyen. Annesinin kuzusu. Babaannesinin biriciği. Babasının... Sa­hi ben babamın neyiydim? Bütün bu hikâyenin içinde benim rolüm neydi, diye düşündüm hep. Benim repliklerimi kim yazmıştı, mizansenlerimi kim belirlemişti? Sahneye hangi taraftan gireceğime, uslu kızı oynarken neler giyeceğime, içimdeki kötülüğü kusmaya başladığımda nelerden soyunacağıma kim karar vermişti? Okuduğum bütün kitaplarda beni bana anlatacak bir karakter arardım. Dinlediğim radyo oyunlarından, izlediğim filmlerden bir cümlecik çalmaya çalışırdım. Saatçi Nejat Bey ile ev hanımı Meral Hanım’ın kızı Müzeyyen’i bana anlatabilecek bir cümle.
 
Yekta Kopan’ın romanı Aile Çay Bahçesi’nin, çoğu kadının kendinden izler bulacağı unutulmaz bir kahramanı var: Müzeyyen... Aile yaşamının gizli şiddetine başkaldıran, kardeşinin doğumuyla kendi varlığının silinmeye başladığını hisseden bir kadın... Kopan’ın romanı, güçlü, okuru kıskaca alan bir anlatımla sarsıcı bir finale uzanıyor.

Uzak - Oruç Aruoba

Özlem; batmış ama aydınlığı hala süren güneş gibidir -
bu yüzden akşamüstü saatleri, hüzün saatleridir.
Özlemin ayrılmaz ikiz kardeşidir hüzün:
Kendi kendilerini çelen iki duygu olarak, hep
birbirlerini çekerler -
Özlem hüzünsüz edemez; her hüznün de
şurasında burasında, bir özlem gizli; durur, kıpırdanır.
Özlem hüzünlüdür - hüzün de, özlemli..

Kaldır kadehi ey sevgili, Önce gelişine, sonra gidişine...Dibini bulunca gelmişine geçmişine...! Can Yücel





Üzüntü kendi kendini giderir, ama mutluluğun tam zevkini çıkarmak için, onu paylaşacağınız birinin olması gerekir...Mark Twain





Oğul Koşması - Ümit Yaşar Oğuzcan

Zirve seni bekliyor
Dağın kıymetini bil
Sanma ki yükselmek zor
Çağın kıymetini bil

Üşenme emek için
Mutluyum demek için
Üzümü yemek için
Bağın kıymetini bil

Yokluk göründüğü an
Çabuk yıkılır insan
Azı beğenmiyorsan
Çoğun kıymetini bil

Elin, ayağın, başın
Annenin, arkadaşın,
Suyun, toprağın, taşın
Göğün kıymetini bil


Oğlum benim, bir düşün
Değeri var mı dünün
Yarın çok geç ömrünün
Bugün kıymetini bil.

İnsanın kendini bulduğu an, tüm ümidini yitirdiği andır, çünkü o zaman ancak kendine güvenebileceğini bilir...Jean Paul Sartre

Camus and Sartre -  Ronald Aronson
Albert Camus ve Jean-Paul Sartre, 20. yüzyılı biçimlendiren temel düşüncelerin bütün açıklığıyla tartışıldığı bir döneme damgasını vurmuş, iki büyük düşünür ve eylem adamlarıdır. İkisi de Nobel ödüllüdür; ikisi de filozof edebiyatçı kuşağının tartışmasız en büyük isimleri arasındadır. Düşün tarihine yaptıkları katkı, büyük bir inançla savundukları ve eyleme dönüştürdükleri fikirleri sadece kendi dönemlerini değil, kendilerinden sonrakileri de düşündürmüştür.
Ronald Aranson’un değerli çalışması, bu düşünür-yazarların sadece fikirsel ve eylem dünyalarındaki yolculuğunu, birbirleriyle ve düzenle olan kavgalarını içermekle kalmaz; onların özel hayatlarındaki çatışmaları, arkadaşlıkları ve aşklarını da bütün detaylarıyla anlatır. Kitabı okudukça, onların ve bir grup insanın, hemen yanımızda bağıra çağıra tartıştıklarını duyar gibi oluruz.
Camus, hayatın anlamsızlığına rağmen, kendisine şiddete izin vermeyen bir yol haritası çizmeyi başarırken, Sartre, filozofça zekâsını bireyin yeniden doğuşunun ideolojisini kurmakta ve ezilen toplumların özgürlük mücadelesinde kullanır. Kim haklıdır peki? İlke mi yoksa akıl mı? Sanırız ki bu soru ebediyen tartışılacaktır. 
 

Tarihli Bağbozumu - Can Yücel

Ayaklarıyla ezip fıçıya mı bastılar seni
 Nefti kasnaklı bir fıçıya,
 Aldırma, kara üzüm !
 Sen, o Kırmızı Şarabına doğru
İçten içe
 Harıl harıl
 Çalışmana bak, iki gözüm !


On İkiye Bir Var - Haldun Taner

 
 
 Haldun Taner bu kitabında, zamanı durdurmanın çaresi olmadığını, onun yine her zamanki gibi akıp gideceğini; buna karşın bu geçişin iyice hissedilmesini, adım adım bilincine varılarak şimdiki zamana gelinmesini ister.