10 Şubat 2013

Kalanlar - Tezer Özlü

 
İçine daldığım en büyük mutluluklar her zaman acılarla, her yaşam da biraz olsun ölümle bezenmişti. Yaşamak, bu güç olguyu karşılamak için, başka bir seçenek bulamadığım için. Ölüm güç olduğu için.Yaşam nötron bombasına benzediği için.

"Sesini duyunca ötüşmeye başlar, göğüs kafesimde ki; o suskun kuşlar." Mina Urgan

   
 

İstanbullular - Buket Uzuner

 

Yaz 2005. Yalnızlıklar ve imkânsız aşklar şehri İstanbul. Atatürk Havalimanı. Belgin, Ayhan ve diğerleri… Sonunda artık hiçbirinin eskisi gibi olmayacağı 4 saatlik serüven.

İstanbullular romanı, Atatürk Havalimanı dış hatlar terminalinde, sevse de sevmese de hepsinin İstanbul’ la gönül, iş, ekmek, yurt ve/veya kimlik bağları olan, 15 kişinin hayatla, kendileriyle, hiç beklenmedik büyük bir tehditle ve İstanbul’ un kendisiyle yüzleşmelerinin hikâyesini anlatıyor.

İstanbul’un kendisinin de bir anlatıcı- karakter olduğu roman, modernitenin ve şehrin sınırında; genetik bilimciden-gurbetçi işçiye, taksi şoförunden-ünlü bir heykeltıraşa, tuvalet temizlikçisinden-mimarlar odası eski başkanına kadar İstanbullu 15 kişinin yollarının kesiştiği bir ortamda, yüzyılımızın göçlerle genişlemiş İstanbul’ undan, dolayısıyla Türkiye’ sinden bir kesit sunuyor. Bir İstanbul romanının en olmazsa olmazı aşksa elbette baş köşede yer alıyor!

13 yıl önce hayatını değiştiren trajik bir olayı İstanbul’la özdeşleştirerek şehri terk edip New York’a yerleşen Bebekli bilim kadını-akademisyen Belgin Gümüş’ün (41), orada bir sergi açılışında tanıştığı ünlü Türk heykeltıraş Ayhan Pozaner’e (38) aşık olur. Birlikte yeni bir hayat kurmak üzere İstanbul’a dönmekte olan Belgin hamiledir ve bebeği doğurma konusunda kararsızdır. İstanbul’a ve Ayhan’a olan aşkı, her türlü ihanetten çok çekmiş biri olarak onu ürkütmektedir.

Aslen Adanalı pamuk işçisi bir çiftin yedinci çocuğu olarak doğan, müstehcen bulunduğu için sürekli parçalanan Maçka Parkı’ndaki heykellerini tekrar tekrar onarmasıyla tanınan heykeltıraş Ayhan Pozaner, kendi ‘İstanbul Rüyası’ nı gerçekleştirebilmiş ender bir ‘İstanbullu’dur. Darüşafaka Lisesi ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar mezunu, ‘kendi kendini yetiştirmiş’ bir insan olan Ayhan, kendisinden yaşça büyük, kültürel/sınıfsal olarak farklı bir burjuva kızı olan Belgin’e sırılsıklam aşıktır ama tıpkı İstanbul’a duyduğu ürpertili hayranlık gibi bu aşktan da ürkmektedir.

Aynı havalimanı çatısı altında pasaport kontrol çizgisinin iki yanında bekleyen Ayhan ve Belgin, aşktan ve İstanbul’dan korkarak, kararsız, tedirgin; özlemle ve suçlulukla yanarak, her an birbirlerinden, İstanbul’ dan kaçmayı düşünmektedirler.

Bu sırada dış hatlar terminalinde bir dijital arıza nedeniyle bütün uçuşların iptal edildiği ANONS edilir. Herkes bu ANONS’un bir bomba ihbarıyla ilgili olduğundan kuşkulanır ve ölüm endişesiyle iç hesaplaşmaya girer.

Tuvalet temizlik işçisi varoşlu Hasret Sefertaş, pasaport polisi şoven Üzeyir Seferihisar, taksi şoförü İstanbullu Kürt Hamo Türk, Duty Free müdürü İstanbullu laik Yahudi Jak Sarfati, Moskova’dan dönen liberal işadamı Mehmet Emin Entek, onun genç sevgilisi ve asistanı Tijen Derya, türban yasağı nedeniyle Amerika’da üniversite eğitimi almaya giden türbanlı Aleynâ Gülsefer, Cannes’da bir festivale giden ünlü sinema yazarı İstanbullu Levanten Anna Maria Vernier, Fransa’da okuyan kızını ziyaretten dönen Fransızca öğretmeni İstanbullu Ermeni Ayda Seferyan, yurtdışında yaşayan kızı ve torununu ziyaretten yaşadığı Büyükada’ya dönen emekli tarih öğretmeni Kemalist Ulviye Yeniçağ, Barcelona’daki bir mimarlık konferansında Türkiye’yi temsil eden İstanbullu aktivist, ünlü mimar Erol Argunsoy, onun genç sevgilisi havalimanı barmeni İ. Baturcan Uzunçay, Atina’ya göçmüş akrabalarını ziyarete giden Boğaziçi Üniversitesi çevre bilimci İstanbullu Rum Prof. Yannis Seferis, San Francisco’daki ailesini ziyarete giden İstanbullu turizmci Susan Constance Berlin’den tatile gelen Alevî işçi Sabriye Bektaş ve Belgin’i karşılamaya gelen dadısı, dert ortağı, eski besleme İstanbullu Kete…

Bütün bunları seyrederek bizlere aktaransa, imparatorluklar şehri; Pagan, Hıristiyan ve Müslüman kültürüyle yoğrulmuş, görmüş geçirmiş, soylu, dünyanın 2700 yıldır menopoza girmemiş tek dişisi, güzeller güzeli, şehirler ecesi İstanbul’un kendisidir.

***

- İnsan ancak kendine benzeyen bir şehre dönerken kendi hatalarını affetmeye benzer bir acı çeker. Bu 
biraz da vazgeçilememiş eski bir sevgiliye dönüşün kırık ama eşsiz tutkusuyla heyecanlanmak gibidir. 

- İnsan hiç yapmayacağım dediği şeyleri yaparken kendini yakaladığında geçmişteki kendisinin en saf ve katı olduğunu anlıyor.Kaç yaşında olursa olsun,artık genç olmadığını idrak etmesi o yakalanma anına denk düşüyor galiba....
 
- Şartlar ne olursa olsun,gözlerindeki bu ateşi asla kaybetmeyeceksin,hiç ama hiç kimsenin bu nuru kaybettirmesine izin vermeyeceksin! Kaybettiğini hissettiğin anda buna sebep olandan uzaklaşacaksın,zira o kişi senin düşmanındır. Hatta gerekirse kendinle bile mücadele edeceksin! Çünkü gözlerindeki ışık senin fenerindir,en karanlık zamanlarda yolunu bulmana,direnmene ve hayattta kalmana yardım edecek aydınlıktır. Sen o nur ile sensin,o ziya seni biricik yapıyor........Ama yapamadım.Gözlerimdeki ferin sönmesini çaresizce izlemiş,karanlıkta kalmış ve aynada kendimi bu yüzden göremez olmuştum..
 
- Kentler mi kadınlara benzer,yoksa kadınlar mı kentlere?
 
- Kaç erkek kendi değişim ve dönüşümünü yaşarken sevdiği kadına karşı dürüst kalmaya dayanıklı çıkabilir ki?

- Bir aşk ilişkisinin hangi ortaklıklar üzerine kurulduğu bellidir ama asıl hangi zayıflıklar üzerine durduğu daima bir sırdır "diyerek iç geçirdi Belgin..
 
- Çok genç ve safken arzulanan genç kızın,aklı ve düşünceleri olgunlaşıp,kendini dünyayı fark ettikten sonra tehlikeli ve düşman sayılması neden? Neden akıllı kadınların ancak nine olunca saygı görebilmeleri? Nedir kadının yaratıcı ve entellektüel zakasına karşı bu kıyıcı küçümseme? Nedir,nedir dişi cinsiyete bu dayatma,bu hor hörme,bu ille kontrol etme hırsı ve çok derindeki güçlü kadın-sevmezlik? Niçin bütün dinlerde negatif ve şeytan enerjileri dişil özelliklere bağlanıyor da savaşları,soykırımları,silahları ,bombaları kadınlar yaratmıyor? Aslında bir adıda "kadın korkusu" olan bu şiddet hangi yüzyıla dek devam edecek? İnsanlığı daima ikiye ayıran bu zulüm barikatlarını kırmak ve bölücü nefreti yıkmak için kaç yüzyıl daha bekleyeceğiz? Kırılıyoruz, yok oluyoruz,kaybediyoruz.Çünkü aslında kazanan taraf yok! Çünkü ruhun cinsiyeti yoktur ve asıl üzücü olan budur.

Ötesi Yok - Ü.Yaşar Oğuzcan

 
Aşk için yeryüzünde uzaktan ötesi yok
En uzun gecelere şafaktan ötesi yok 

Yaklaşanlar tanrıya o gerçek aşıklardır
Nehirlerce denize varmaktan ötesi yok 

Taş bir duvardır her gün dikilen karşımıza
En ulu ağaçlara yapraktan ötesi yok 

Elbette ömür biter, can gider ey sevgili
Aşkı sende bulana topraktan ötesi yok


Ayrı yol - Andre Gide

 
Nobel ödüllü Fransız yazar ve düşünür André Gide, yaşamı boyunca  toplumsal ve bireysel ah­la­kın en önemli ölçütünün bireyin içtenliği ve kendini tanıması olduğunu vurgulamıştır. Ayrı Yol, André Gide’in bu görüşünü en net biçimde dile getirdiği romanlarından biri. Geleneksel ahlak anlayışının karşısında bireyin özgürlüğünü savunanlara açık destek veren ve bu nedenle devrimci olarak nitelendirilen yazar, bu yapıtında, kendi evliliğinden yola çıkarak insan ilişkilerindeki sorunlara çözüm getirme çabalarını dile getiriyor.  

Ayrı Yol, balayını geçirmek üzere karısıyla birlikte Tunus’a giden arkeolog Michel’in vereme yakalanmasıyla başlayan, onun iyileşmesi ve daha sonra karısının hastalanmasıyla devam eden bir yüzleşme ve arayış serüveni. Dünya edebiyatının en usta yazarlarından birinin kaleminden çıkan bu roman, eşcinselliğini keşfeden ve toplumsal düzenin dayattığı kavramlardan sıyrılıp olabildiğince özgürleşmeye çalışan, bunu yaparken de kendisiyle çatışan bir erkeğin öyküsü.
 
 *
Önemli olan, yaşamanın benim için çok şaşırtıcı, günün benim için umulmadık bir ışık olmasıydı. Daha önce, yaşadığımı anlamıyormuşum diye düşünüyordum. Yaşamı coşkuyla keşfetmem gerekiyormuş.

Geriye Kalan - Adnan Yücel

 
Neyi yaşıyoruz şu anda
Nelerle sığmıyoruz dünyaya
Aşktan
Öfkeye geçiriyoruz birdenbire
Sevinçten üzüntülere
Durgunluktan coşkulara koşuyoruz
Coşkulardan
Mutsuzluğa gömülüyoruz sessizce
Ve yaşıyoruz böylece her yılı
Koskoca bitmez bir saniyede

Bu çelişkili yürüyüşler içinde
Bizden ne kalır ki geriye
Bir ölenle ölebilmek
Bir gülenle gülebilmek
Mutluluğuna sevinmek insanlığın
Kan ağlamak ölümlerine
Ve Afrika'lı kapkara bir acıyı
Duyabilmek bembeyaz yüreğimizde